BALIKÇININ KARISI Yeşil topuklarıyla bir gelincik geçer birazdan Yalısokak’tan. Kızılcık balı damlamış böğürtlen dalından kalkar kuşları gecenin. Yağmur vurur usul usul ahşap pencerelerin isli...
BALIKÇININ KARISI Yeşil topuklarıyla bir gelincik geçer birazdan Yalısokak’tan. Kızılcık balı damlamış böğürtlen dalından kalkar kuşları gecenin. Yağmur vurur usul usul ahşap pencerelerin isli...
DENİZLERİN ÖTESİNDE KALAN HİÇLİK Şimdi ekim zamanı tohumların Bahçelerin önünden geçerken özgürlüğü yayma zamanı Düşlerinizde var olan bir ülkeye geldiniz çünkü Gördüğünüz bütün kötüler...
DENİZİN ÖZLEMİ bir nehir koşardı körfezden, deniz onu kucaklardı ben sana koşardım, yüreğimde bir ayna ağlardı sen hiç bir balığa sordun mu? Su olmadan...
Gözler uzaklara daldı yine… Yakındakiler bavullarını toplayıp gitti çoktan Deniz bize kaldı Dalgalar hatırlatır şimdi çırpınışlarımı, sürsün diye bazı şeyler… Sonra anlatır deniz, sessiz...
umut şehridir İstanbul yıllar içinde taşı toprağı altın olan son durak düşte düş görmek gibi yılan hikâyesidir gurbetlinin kaybolmuş sokaklarında yılgın ve hedefsiz sebepler...
Hayat diye algılanan savaşa ilk katılanlardan olmak için, yaşamı soyluca ezberledik. Artık nerede duracağımızı bilemiyoruz. Hangi mekânın içinde? Hangi gökyüzünün altında? Hangi düzenin yanında?...
Bir sonun başlangıcındayız biz Ve sen de benim gibi içli Mutlu günlerimiz susta Ve o tozpembe dünyamız Şimdi tanrılar panayırında. Sen cıvıl cıvıl on...
Yüz çeviriyorum esrik aynalardan Zühre yıldızını soluma alıp ivecen dalıyorum derin denizlere albatroslar pusulam genzimde asırlanmış iyot kokusu evvelden ahire düş ağı ördürüyor zıpkınına...
-Halil, dedim, hani sen terziydin? Niye sabahın köründe böyle denizi tokmaklayıp mırmır sürülerini kaçırıyorsun. Senin hiç işin yok mu? Bak Eylül geliyor okullar...