0

Yeşil bir sarmaşığa tırmanıp gökyüzüne çıkan ve orada yaşayan yaratıkların öyküleri beynimde hep yer edinmiştir. Sarmaşıklara olan tutkum o masalların büyüsüyle başladı desem yalan söylemiş olmam hani. Sarmaşıklarla ilgili tutkumu doruğa çıkaran bir anım daha var ki o da yatak odamın manzarası.

Odam, evimizin arka bahçesine bakardı. Bir hurma ağacının ve yenidünyanın kalın yaprakları pencereye vurur; yazın serinliğini kışın ise korkutucu ıssızlığını yüzüme çarpardı. Bu iki orta boylu ağacın hemen arkasında üç katlı apartmanın duvarları yükselirdi. Eski apartmanın dökük duvarları bir sarmaşık tarafından kuşatılmış durumdaydı. Yerden çatıya yükselen kocaman yeşil yapraklar apartmanın duvarlarını örter, bana sanki büyülü bir ormandaymışım izlenimini uyandırırdı. Bu yüzden odamı saklayan kalın kadife perdeleri asla kapatmazdım. Türkçe karşılığı şerit perde anlamına gelen yarım bir jalûziyi lazım olduğu zaman aşağıya indirir sonra bu düzeneği tekrar yukarı kaldırırdım.

Bir genç kızın giyinmek soyunmak gibi en mahrem zamanlarını saklayan jalûziye hiç tahammülüm olmazdı. O kapanınca sanki ruhum sıkılır, sağdan soldan afakanlar basar, menopozlu kadınlar gibi kan ter içinde kalırdım. Gece yatarken de ışığı kapatır ve mutlaka jalûziyi açardım çünkü sarmaşıkları seyrederek uyumaktan müthiş zevk alırdım. Hayallerimi, rüyalarımı, sıkıntılarımı duvara tırmanan o eşsiz yapraklara anlatırdım.

Sarmaşık yaz olunca yeşil bir örtüye benzerdi. Yapraklarına serçeler konar, kumrular dinlenmek için dallarına yapışıp kalırdı. Yağmur yağdığı geceler güzelliğine güzellik katılır, suyun can verici gücü karşısında yaprakları dipdiri ayağa kalkardı. Rüzgârlı havalarda ise okyanus dalgası gibi ritim tutturup kendi kendine salınıp dururdu. Sonbahar gelince sarmaşığın yeşil yaprakları önce hafifçe sararır sonra rengi turuncuya çalar, yavaş yavaş dökülmeye başlardı. Ne ki yapraksız kalan damarları açığa çıkar, bina, köhne bir yalnızlığa teslim olmuşçasına bakımsızlığını ve eskiliğini ortaya kusardı. İşte o zaman anlardım ki beni benden ötelere sürükleyen bu maharet sarmaşığın yaşamasında gizliydi. Onun solgun, boynu bükük kalmasına dayanamazdım. Büyülü ormanım gözümün önünden gider düşlerim kurak bir çölün ortasında sıkışıp kalırdı. Yatağımı giren soğuk, rüyalarımı güzelleştiremezdi. Şehirdeki bütün gökdelenlerin sarmaşıklaşmasını düşünerek baharı dört gözle beklerdim.

Bu senenin yazına kadar her şey yolunda gitmişti. Sarmaşık her yaz açmış, her kış miadını doldurup uyumaya yatmıştı. Ta ki o güne kadar. O günün sabahı gürültüyle uyandım. Tarih tam olarak haziranın yirmi beşini gösteriyordu. O günü hiç unutamam çünkü akşam mezuniyet partimiz vardı. Sarmaşıklı binanın üçüncü katındaki komşumuz Nigar Teyze’nin sesi pencereden boşluğa yayılıyor pazar gününün tatil atmosferi komşu kadın tarafından katlediliyordu. Kadının çığırtkan sesi kulağımı delmişken yatağımdan kalkıp pencereyi açtım. O da ne? Nigar Teyze’nin kocası Seyfettin Ağabey kocaman bir baltayı eline almış sarmaşığın köküne köküne vuruyordu.‘’Dur, yapma!’’ demeye fırsat kalmadan sarmaşık bir tarafa kökü bir tarafa… Öylece kalakalmıştım. Pencereden seslenip;

‘’Ne diye kestin sarmaşığı Seyfettin Ağabey?’’

Seyfettin Ağabey kocaman göbeğinin üzerine çizip de oturtturulmuş gibi duran başını yukarıya kaldırırdı. Bana bakıp;

‘’Yeğen, eve kerten-gele girmiş’’dedi.

Sanırım kertenkele demek istedi ama kertenkeleyi öyle bir söyledi ki kerten önde kelesi arkada kaldı. Bu adamın bütün konuşmaları rezaletti zaten. Çenesinin önüne atlamış ön dişleri adamı hem dişlek gösteriyor hem de kelimelerin vurgularını değiştirmesine sebep oluyordu.

‘’Ne gele ne gele girmiş? Anlayamadım.’’

‘’Kerten- gele girmiş’’

‘’Ha! Kertenkele… Sarmaşıktan mı tırmanmış?’’

‘’Herhalde. Başka nerden olacak ki?’’

‘’Eee bunun için mi kıydın sarmaşığa?’’

Adam yüzüme garip garip bakarken pencereden Niğar Teyze’nin sesi ortalığı bir kez daha yıktı.

‘’Seyfettin kaçtı kaçtı! Hele hele bak kente-gele kaçtı! Yatağın altına girdi!’’

Adam baltayı altığı gibi apartmana çıktı. Bense pencere kenarında kaldım. Ne sesim çıktı ne sedam. Dakikalarca süren moral bozukluğunu camda soludum durdum. Bütün neşem gitmiş; içime garip bir acı çökmüştü. Bu saatten sonra odanın manzarası bana ancak çile olacaktı. Bu saatten sonra kim bakardı o eskimiş, püskümüş binaya? Üç güne soldu gitti sarmaşıkcağız. Yaz gününde hazana döndü. Kuruyup gitti yaprakları. Kuşların sesi de kesildi. Damarlara benzeyen ince dalları binanın duvarında kaldı.

Kertenkeleye gelince; evin eşyaları arasında günlerce arandı. Mutfak banyo, koltuklar, eski sandık, çekmeceler. Yer yarıldı da dibine girdi sanki. Yok oldu, yok. Bulamadılar. Nigar Teyzeler uykusuz gecelere esir oldular. Ev ahalisi korkudan bir türlü uyuyamıyordu. Kertenkele bu… Yılan gibi kuyruğu var. ‘’Ya uyurken ağzımızdan içeri girerse’’ diye düşünüp durdular. Bütün odalara birkaç fare kapanı kurup konu komşuya sordular: ‘’ Kertenkele ne yer ki kapanın içine koyalım?’’ Kimi ‘’ot’’ dedi, kimi ‘’et’’. Böcek, sinek, solucan diyenlerde oldu. Belgesel seyretmekten yoksun mahalleli ne bilsin kertenkele ne yer? Kapanların içine her türlü yiyecek konuldu lakin kertenkele anasının gözü çıkmıştı. Nasıl bir delik bulduysa kimse bulamadı sürüngeni.

Üç gün sonra fareleri yakalamak için kullanılan yapıştırıcı kartonlara sürülüp evin her yerine yerleştirildi. Ya açlıktan, ya susuzluktan olacak, hayvancağız üçüncü günün sabahında yapışkanın üzerinde kasılıp kalmıştı. Ev halkı böylece rahat bir nefes aldı. Olan sarmaşığa olmuştu. Gecelerimin süsü, iç dünyamın büyüsü, odamın manzarasını yeşerten ve eski duvarları bezeyip yeşil bir elbise giydiren sarmaşığım bir kertenkeleye kurban gitmişti. Yitip giden onca yeşile insanoğlu bir yenisini daha etkilemişti.

Benimse hala umudum var. Gelecek nice baharı bekleyip toprağa tutunacak bir sarmaşık dalının kök vermesini dilemekteyim. Ve düşünmekteyim… Ne diye bütün gökdelenler sarmaşıklara teslim olmaz ki?

 Serpil TUNCER

Leave a Comment

İlgili İçerikler