0

Uzakta beliren kara bulutun kötü haberi ha geldi, ha gelecek gibiydi.  Fırtına dolu bir yağmur kesesi havada asılı duruyor ve az sonra tüm yıkıcı yüzünü göstereceğe benziyordu.  Kara bulut,  alçalarak hızla ovanın üzerinden geçti. Bir kaç dakika sonra gökyüzünde ilk şimşek çakması belirdi ve ardından kulakları sağır eden türden bir gök gürlemesi duyuldu.

Biz, tam o sıralar belimize kadar suya gömülü vaziyetteydik. Ayaklarımızı saran siyah lastik çizmeler içlerine su dolmasıyla artık görevini yapamaz hale gelmişti. Adım attıkça çizmeler garip bir ses çıkarıyor tabanlarımıza bulaşan çamur, yürümemizi zorlaştırıyordu.

Durduk, gökyüzünü seyretmeye başladık. Kuru bir gök gürlemesi daha… Gök ana suyunu tutuyor, rahmet tanelerini ovaya indirmiyordu. Yengem, sürekli ayaklarına dolanan bir şeyler olduğunu söyleyip ovayı Şahmeran efsanesi gibi sarmış olan karayılandan bahsediyordu. Bu korkuyu kendi yaşadığı yetmezmiş gibi her adımında garip çığlıklar atarak korkusunu bana da bulaştırıyordu. Bir süre sonra bu garip sesler yengemde tik oldu. Önce adım, sonra çığlıkları geliyordu. Onun her ‘’Ay Ayağıma bir şey dolandı!’’ demesiyle yüreğim ağzıma geliyordu. Önden giden ben olduğum için yengeme cesaretli olması yönünde telkinde bulunuyordum. Amcan ise geride kalmıştı. Yükü öyle ağırdı ki çeltiğin içine saplanıp kalmıştı. Yılan korkusunu dualar okuyarak atlatan yengem, kararan havaya bakıp;

‘’Gün aniden akşam oldu. Yağsa da hava açılsa bari ‘’ dedi.   

Amcam:  ‘’Yağar yağar, hadi, ilerle hanım’’diye ekledi.

 Sessiz sedasız yürüyorken ve karayılan korkusunu tüm benliğimde yaşıyorken kafamı kaldırıp havaya bakma ihtiyacı hissettim çünkü gerçekten gün, bir anda akşam olmuştu. Başımızın üzerine koca bulut oturmuş ovayı koyu bir karanlık almıştı. Havadaki ağır rutubet,  içine yeşilliklerin de kokusunu alarak etrafa garip bir harmoni sunuyordu. Hiç konuşmadan yürüyor sadece çizmelerin suya bıraktığı ‘’cuk’’lama sesini dinleyerek çamura karışıp sessizliği bölüyorduk.

Az önce cıvıldayan kuşlar,  gaklayan kargalar bile yağmur bulutunun ovaya gelmesiyle kayıplara karışmıştı. Derken, kocaman, gürültü bir ışık kaydı gökten. Yengem,  çeltik tarlasının içindeki yolu saptırıp az ileride bulunan geniş gövdeli, yaşlı armut ağacına doğru koşmaya başladı. Biz de arkasından… Amcam ‘’Ne oldu hanım? Ne diye çıktın çeltikten? ‘’dediği gibi ilerideki fundalıklara yıldırım düştü.  Çalılıkların içinden ateş topunun yükselmesiyle yer gök inledi ve ses yankı yapıp tepelere çarptı. Adeta sağır olmuştuk.

Delirmiş gibi koşmaya başladım. Önümde duran yengemi kol darbemle itekleyip suları yara yara koşuyordum. Şimdiye kadar yalnız olmadığım için amcam ve yengemden cesaret alıyordum ama artık onların da korktuklarını fark edince ilk çözülen ben oldum.

O kadar hızlı koşuyordum ki ovadan ilk çıkan ben oldum. Ardımdan yengem. Amcamı koşmaz sanırdım ama o da topukları yağlamış.  Mübarek, bir kere daha bindirdi. Bir kurşun gibi çarptı ses. Sağanak başlasa şimşek yağmuru muhakkak azalırdı ama hava bir türlü vermiyordu yukarıda sakladıklarını. Armut ağacın altına sığındığımda hemen arkamdan koşan yengeme baktım. Nefes nefese kalmış, beti benzi atmıştı. Korkuyordu anlaşılan.’’Yenge, sen de korkar mısın benim gibi şimşekten? ‘’diye sordum.

Önce yok, mok dedi ama sonra koyuverdi itirafı.‘’Kokmak ne kelime ödüm patlar!’’

Çeltikten en son çıkan amcama ise yıldırım korkusunu sormadım. Yakıştıramadım ona korkaklığı ama gördüm ki fundalığa düşen yıldırım amcamı da korkutmuştu. Bize dönüp; ‘’Burası güvenli mi ki geldiniz buraya? Ağaç, açıklıkta paratoner olurmuş diyorlar’’

‘’Ne toner ne toner?’’ diye sordu yengem.

 Ben, bağırarak;

‘’Hani şu cami minarelerine asarlar ya, yıldım düşmesin diye, işte ondan’’

Sözümün bittiğe yerde gök gürültüsü noktayı koydu.  Bu son gürleyen çok başkaydı. İliklerimize kadar korkudan titredik.  Hemen akabinde sağanak başladı. Yağmurun sesi bir anda ovaya dolmuştu. Göz gözü görmüyordu. Şimşek yine çaktı ama sesi azalmıştı. Geniş armut ağacı yaptı yine ağaçlığını.  Başımızın üzerinde şemsiye gibi olmuş bizi yağmurun şiddetinden korumuştu. Böylece yağdı beklenen yağmur. Tam yarım saat sürdü. Ortalık su gölüne dönünce artık çeltiğe giremeyeceğimizi anladık. Elimizdeki yüklerle tekrar evin yolunu tuttuk.

Eve varmaya az bir yolumuz kalmıştı ki hava açtı.  Sonra ırmağa tutunan geniş köklü bir kaç ağacın arkasından güneş belirdi. Işıl ışıl tertemizdi. Bahar dallarına tutunan tüm tomurcukları patlatmak istercesine aydınlattı ortalığı. Sıcacıktı. Isıttı içimizi.

 

 Serpil TUNCER 

Leave a Comment

İlgili İçerikler