SARNIÇTA ZAMAN Küreğin her suya dalışında kalbimin atışı hızlanıyor, taş duvarlarla çevrelenmiş ıslak bir yalnızlığın ortasında, dik başlı sütunların arasında süzülürken kayık, zaman labirentinde...
‘’Adam kadın yüzüne hapse girdi’’ dedi bana bakıp pis pis sırıtarak ve devam etti şiveli ağzıyla; öyle karım olsa bende hapse girerim. Mübarek ay parçası.
—Nasıl olmuş olay, anlatsana birader dedi orta yaşlardaki hafif sarışın olan adam.
—Arkadaş, buraları ufak yerlerdir. Herkes herkesi tanır. Kadın komşusunun evinden çıkmış kız kardeşinin evine doğru giderken arkasından iki delikanlı gelip kadına laf atmışlar. Arkalarında kadının kocası varmış. Adam, karısına atılan lafları duyunca bodoslama girmiş gençlere. Gençler buraların yabancısı tabi. Dalyan’a denize gelmişler. Tatilciler senin anlayacağın. Kadın da sarışın mavi gözlü ya, kadını Rus sanmışlar. Adam o sinirle ver etmiş gençlere dayağı. Gençler can havliyle bağrışıp kaçmaya çalışmışlar. Adam, birini kolundan diğerini de yakasından tutmuş. Deliye dönmüş herif. Hıncını alamayan koca, cebindeki karpuz çakısını çıkarıp adamlara saplamış. Birini karnından, öbürünü kolundan yaralamış. Mahalleli adamın elinden gençleri zor almış. İşte böyle olmuş. Kemal şimdi hapiste. Çok yatmaz diyorlar ama…
Kulak kabarttığım olayı çıt çıkartmadan dinliyorum. Biz buralarda ne olsa dinler uzaktan seyreder ama köylü milletinin içine pek girmeyiz. Yabancısıyız ne de olsa. Adamın beni kesen gözlerine aldırmadan içiyorum önüne gelen kahvehane çayını.
Adam kadını anlatmaya devam ediyor ağzı sulana sulana. ‘’Sarışın, su gibi kadın, saçları beline kadar… Görsen için gider arkadaş’’ diyor. Bu konuşmalardan rahatsız olmam gerekir bir kadın olarak ama oralı olmuyorum. Sonra kendi halimi gözlüyorum. Kazı yapmaktan ellerim yara bere içinde. Tırnaklarım dibine kadar toprak. Ne kadar kremlesem de bir türlü düzeltemedim ellerimi. İki aydır kazmaktan ellerim ve yüzüm amele görünümünü aldı. Sadece ellerim ve yüzümle kalsa iyi. Vücudumun birazı kararırken kıyafet altında kalan kısımlarım tavuk beyazı. Üstelik güneş ışığının nüfuz ettiği her yerim çillendi. Sürdüğüm güneş koruyucuları da fayda vermiyor artık. Sabah sekizde başlayan kazı bütün gün sürüyor. Kazı için gün ışığı mutlak kural fakat güneşin altında çalışmak bir kadın için çok yorucu oluyor doğrusu. Sonra saçlarımı elliyorum, tokadan sıyrılan kısımları avuçlarımda. Uçları kırıkla dolmuş. Aylar var ki kuaföre gitmedim. Kaşlarım Recep İvedik filmi çekecek kadar alnımı doldurdu. Kazıdan vakit bulabilirsem arkeolog kızlarla kuaföre gideceğiz ama kazı başkanı prof bozuntusu salmıyor bizi.
Üstüme başımı bakıyorum sonra. Ayağımda parmak arası eski terlik, üzerimde çizgili tişört, altımda bermuda şort var. Başkalarının güzel bulduğu beni, ben bu aralar hiç güzel bulmuyorum. Sürekli ter kokuyorum ve dün akşam pansiyonda saçlarıma sürecek şampuan bulamadım. Vücuduma sürdüğüm kokulu sabunlarım da şampuanım gibi bitti. Köylü kadınlardan aldığım zeytinyağlı sabunları kullandım. Saçlarımın kuru tellerine iyi geldi ama kazı yaparken terlediğimde kafamı sürekli kaşıyıp durdum. Sanki bitlenmiş gibiyim galiba kafamın derisini bozdu bu sabun.
Her şey bir tarafa odamı üç kızla paylaşmam sıkıntı veriyor bana. Saatlerce cep telefonundan konuşan kız arkadaşlarıma sinir oluyorum. Her birinin sevgilisi var. Onların telefon muhabbetlerinden gına geldi artık. Biri bitiyor diğeri başlıyor. Ne uyuyabiliyorum ne de kitap okuyabiliyorum. Biraz da kıskanıyorum onları galiba. Beni, yaşlı anamla babam ararken onları sevgilileri arıyor. Arayacak sevgilim bile yok.
Temizlik dersen milattan kalma. Pansiyona ilk geldiğimizde görevli kadın odayı güzelce temizlemiş, her yeri pırıl pırıl yapmıştı. Pansiyon sahibi daha sonra temizlik için ek ücret isteyince iş başa düştü ama bu konuda odaca başarılı olduğumuzu pek söyleyemeyeceğim. Yorgunluktan kaldığımız pansiyonu temizlemeye fırsat bulamıyoruz. Akşam, pansiyona gelip odanın ışığını açtığımızda sağa sola kaçışan hamamböceklerini gözler olduk. Her yerden çıkıyorlar. Banyodan, dolapların içinden, hatta yatağın altından… Dün bir tanesi ayağımın altında ezildi. ‘’Pat’’ diye patladı haşere. Vay anasını! Bunu da gördük. Kaderde bu böceklerle bir yatakta yatmak da varmış.
Oturduğum kahvehaneyi saran asmanın gölgesinden kalkıyorum. Çayın parasını bardağın hemen yanına koyuyorum. İçi erkek dolu bu ege kahvesinden medeniyeti nasiplenmiş beylerin arasından geçerken köydeki vukuatı anlatan adamın sesini duyuyorum.
—Bunlar da iki aydır köydeler. Kazı yapıyorlar. Antik hamam mı ne bulmuşlar taşlık tarlasında, orayı kazıp duruyorlar. Allah’ını seversen, kadına göre iş midir bu kazı işi anlamadım? Yazık bu kızlara valla diyor.
Arkama dönüp adamın yüzüne ters ters bakmak içimden geliyor sonra boş ver değmez diyorum. Kadın halimden uzaklaştığından beri erkek dünyasının içine oturduğumu ve onlardan birisiymişim gibi olduğumu hissediyorum. Söyledikleri beni rahatsız etmiyor.
Pansiyona doğru yol alıyorum sarı samanların arasından. Zeytin dalları ikindi rüzgârında salınırken önümden jandarma cipi geçiyor. Kahvehanede anlatılan bıçaklanma olayının zanlısını jipin içinde elleri kelepçelenmiş olarak görüyorum ve hemen yanındaki koltukta sarışın bir afet, Venüs tanrıçası gibi iki dirhem bir çekirdek oturmuş. Hatunla göz göze geliyoruz. Kadının güzelliğine öylece bakakalıyorum. Sonra güneşten kırışmış ellerime ilişiyor bakışlarım. Ellerimi evirip çevirip içine dışına bakıyorum. Kollarımı aşağıya doğru düşürüyorum, artık ellerimi göremiyorum.
Serpil TUNCER