SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
İlk defa ölüyorum. İnsan ömründe kaç kere ölebilir ki? Yalnızca bir… Bende de o birin başındayım, hayatın ise sonunda… Uğruna mücadele verdiğim yaşam, kayıp gidiyor avuçlarımdan. Bu kadar mıydı dünya günlerim? Bu kadar kısa mıydı yolun sonu? İlk defa ölüyorum. Bu çok acı veriyor bana.
Hava güzeldi. Haziran gününü en olağan haliyle karşılamıştım. Sabah kahvaltımı yapmış hatta daha sağlıklı yaşamak adına annemin ısıttığı bir bardak ballı sütü de mideme indirmiştim. Annem, bana gün aşırı sıcak süt içirirdi. Arası sıra nedensiz gelen öksürüğüme iyi gelmez de değildi hani. Bu sabah, hiç yemediğim kadar peynir yemiş, annemi şaşırtmıştım. İnsan ölmeden önce kısmetini toplar derler ya, demek ki ben de kısmetimi topluyormuşum. Bilsem yer miydim o peynirleri? Bu kadar erken gelecekti ölüm, o iğrendiğim ballı sütleri hiç içer miydim? Zehir zıkkım olsun!
Bir hışımla çıktım evden. Sırt çantama koyduğum deniz eşyalarımı, güneş kremlerini, paletlerimi ve havlularımı annemin tüm ısrarına rağmen çıkarmadım çantamdan. Haziran ayı olmasına rağmen pek deniz havası yoktu. Acı rüzgâr esiyor, bulutların arasından kendini gösteren güneş, insana bir deniz havası varmış gibi kandırıyordu. Sahile gelince anladım ki hava poyrazdan esiyor. Su, muhtemelen soğuktu ama yine de bu yazın ilk denizle buluşmasını yapmak istiyordum.
Uzun bir süre sahili izledim. Köpüklü dalgaları, uçan martıları, ıssız kumları, tepelere vuran kararmış bulutları… Kimse yoktu sahilde. Uzakta bir kaç balıkçı hariç… İçimi ısıtan güneş beni gaza getirmiş olacak ki üzerimdeki, kıyafetleri çıkartmadan, birden atladım suya. Dışarısı rüzgârlı olmasına rağmen su ılıktı. Derinlere kadar yüzdüm.
Her şey yolunda gidiyordu. Her zaman ki bildik deniz… Taşları, kumları, akıntısı aynıydı. Tek fark, dalgalar ardı ardına vuruyor, sahili olağan halinden daha fazla dövüyordu. Çıkmak üzereydim. Son bir kez daha dalmak istedim. Derin bir nefesi içime çekip dibe daldım. Dipteki kumları izledim. Çakıl taşları kayıp bir adanın mirası gibi suyun dibinde duruyordu. Attığım kulaçları dipten yüzeye doğru yönelttiğimde deniz yüzeyine çıkamadığımı fark ettim. Hepi topu beş kulaç dibe inmiştim ama çıkarken attığım kulaçlar sanki on olmuştu. Deniz üzerimde yükselmiş ya da dip kaymış gibiydi. Nefesimin yetmediğini hissettim. Kollarımı hızlandırdım. Dışarı çıktığımda aldığım ilk nefesle ne olduğumu anlamadan üzerimden kocaman bir dalga geçti. Sersemleyip tekrar dibe çöktüm. Paniklemeye başladım. Tekrar yüzeye çıkmayı denedim. Nihayet başarmıştım ama bir kâbusu yaşıyor, dengemi toplayamıyordum. Başımın üzerinden yine büyük bir dalga geçti ve en kötüsü ben, zerre nefes alamadan bir piramidin içine hapsolmuş gibi tekrar dibe çöktüm. Yorgunluk ve nefessizlik beni esir almıştı ama hala aklımın ucuna ölüm gelmiyordu. Sakinleşmeye çalıştım. Nefesimi son kez zorlayıp olanca gücümü toplayıp kulaç atmaya başladım. Bir korku filmi yaşıyordum sanki. Güneşi hissediyor ama yüzeye bir türlü çıkamıyordum. Büyük bir akıntının içine kapılmıştım. Böylece niye çıkamadığımı da anlamış oldum. Ayaklarıma tonlarca ağırlık bağlanmışcasına dibe çöküyordum.
Artık bitti. Savaşacak gücüm kalmamıştı ve anladım ki hayat mücadelesinin bittiği yerde insanı ölüm korkusu sarıyor.
16 yaşındaydım. Çiçeği burnumda bir genç… Okulda sürekli kopya çekerdim, çocukken şekerci dükkânından bir avuç şeker çalmıştım. Bazen babama kötü davranır, kızardım. Kimya dersinde bir deney sırasında ateşi ayarlayamamış masada bulunan beş ya da on karıncayı yakmıştım; ama onlar için günlerce Allah’a beni affetmesi için dua etmiştim. Bir kere de arkadaşlara uyup gece sokaklarda serserilik yapmıştım. O gece eve dönememiş, arkadaşta yatmak zorunda kalmıştım. Okey oynarken hep hile yapardım. Taş çalardım. Annemin, geçen sene okul tatilinde beni kuran kursuna yollamasına karşı çıkmış, koca yazı avare gezerek geçirmiştim. Bir kaç kere de sapanla kuş avlamıştım. Çok iyi biri olduğumu söyleyemem ama çok kötü biri de değildim. Tüm bunlar ölmek için yeter miydi? Son nefesimi vermek üzere olduğumu hissettiğim o anda zihnimden hep şu soru geçti: Dünyadaki onca kötü insan varken neden ben?
Tuhaf bir şekilde kalbim güm güm atmaya başladı. Nabzımın sesini kulaklarımda duyuyordum. Akıntı beni daha dibe çekiyor, nefes alamamaktan aklımı yitiresim geliyordu. Sonra üzerime uyku çöktü. Garip bir uykuya yatmış gibi oldum.
On altı yıl bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Yaşadığım onca günü tekrar tekrar yaşadım. Annemi düşündüm sonra da babamı… Ölüm haberime ne kadar üzülecekler, kim bilir? Dilerim cesedimi bulabilirler. Çok şişmem bu tuzlu sularda, yem olmam balıklara.
Nasıl doğumumu hatırlamıyorsam ölümünü de bilemeyeceğimi sanırdım. Oysa ne kadar farklıymış ölüm. Saniye saniye gidiyorsun sona. Tam bayılmanın eşiğine gelmiştim ki, ‘’sakın ağzını açma!’’ komutunu verdim beynime. Sakın ağzını açma!
Sonra denizin uğultusuna bıraktım kendimi. Suyun içindeki her taşın, her çırpıntının sesini duyuyordum. Deniz solucanları karınlarını doyuruyor, yosunlar güneşleniyor. Rum balıkçısının dalyana koyduğu ağlar dolmuş. Gördüm sanki. Bir istiridyenin suları yara yara gidiyor önümde. Bir kaya balığı değdi dudaklarıma. Sanki dişledi beni. Bir okyanusun ortasında kaybolmaya ramak kalmışken gitti düşüncelerim. Gitti.
Dakikalar sonra;
‘’Yunus!’’ dedi ağzı bir karış açık.
‘’İleride denizin yüzeyinde bir karaltı inip çıkıyor, nedir ulan o, ağ mı?’’
Yunus oturduğu kumların üzerinden ayağa kalktı. Denizin kıyısına yanaştığında hemen suya atladı. Kocaman bir saç yığını yüzeyde kımıldıyordu. Çok yakınındaydı. Bir kaç kulaç attıktan sonra saç yumağını yakaladı.
‘’Burada boğulmuş bir kız var, Cevdet!’’ diye bağırdı.
Cevdet, dehşetle Yunus’a bakıyor ama denize girmek için caba sarf etmiyordu. Donup kalmıştı. Yunus, saçlarından yakaladığı genci çeke çeke sahile getirdi. Genç bedeni apar topar karnından baş aşağı tuttular. Öğürtüsüz kustu. Onu yere yatırdılar. Saçlarını araladılar.
Yunus;
‘’Oğlanmış bu…’’dedi. ‘’ Saçları uzun ya, kız sandım. Hadi tekrar kusturalım onu!’’
‘’Bir okyanusun ortasında kaybolmaya ramak kalmıştı’’ demiştim son sözlerimde. Hatırladınız mı? Ama kaybolmadım. Birileri tutup beni çıkarmış o derin sulardan. Ve ben ömrümde ilk defa fark ettim yüzüme vuran güneşin sadece benim için yaratıldığını. İlk defa ölmeseydim eğer, bilemezdim yaşamak denen sihrin bildiğim en güzel kurmaca olduğunu.
Cemal Çokluk