SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Annesi her sabah erkenden kalkmayı alışkanlık haline getirmişti. Biricik kızı için kahvaltı sofrasını özenle kurmaktan haz duyardı. Kızcağız maalesef pazar günleri dışında doğru dürüst kahvaltı yapamıyordu oysa en çok sevdiği öğündü Elif’in. Nar gibi kızarmış ekmekten irice bir parça kopardı Elif. Arasına ince bir dilim beyaz peynir yerleştirdi, birkaç lokmada bitirdi. Mis gibi demli çaydan iki yudum aldı. “Peynirsiz kahvaltı düşünemiyorum. İştahım da açık ama ne yapayım erken kalkamıyorum ki! Otobüse yetişmem gerek. Keşke pazar olsaydı bugün! ” düşüncesiyle koşar adım durağa ilerledi.
Sekiz – on kişi vardı otobüs bekleyen. Yaşlı bir hanıma sordu:
– “160 numaralı otobüs geçti mi acaba?”
– Farkında değilim. Neredeyse 20 dakikadır 141′ i bekliyorum kızım.
-Teşekkür ederim teyzeciğim.
O sırada şişman, kısa boylu, genç bir hanım söze atıldı:
-Şimdi gelir. Ben de bekliyorum 160’ı…
-Ah! Şimdi rahatladım. İşe geç kalacağım diye endişeliydim. Şükürler olsun!
Durakta bekleyenlerin sayısı yavaş yavaş artmaya başladı. Lise öğrencisi oldukları formalarından anlaşılan beş – altı genç, gülüşerek durağa geldiler. Pastaneden aldıkları açmaları iştahla yiyorlardı. “Ayaküstü kahvaltıları gün geçtikçe artıyor.” dedi orta yaşlı, gözlüklü beyefendi.
Birkaç dakika geçti geçmedi 160 numaralı kırmızı otobüs, yolcuların kendisini dört gözle beklediğinden habersiz aheste aheste durağa yaklaştı. Yolcular itişip kakışarak otobüse binmeye çalıştılar. Şoför, tok bir sesle bağırdı:
-Herkes binecek, itişip kakışmayın lütfen!
Zaten tıklım tıklım olan otobüse binme yarışında gençler daha şanslıydılar. ” Önce ben! ” çabası, bencillik burada da kendini gösteriyordu. Yaşlı teyze söylendi:
-Şimdiki gençler farklılar, zamane gençliği bunlar… Yer veren de yok!
İlk duraktan binen genç adam, başını cama dayamıştı. Gözleri yarı açık, uyuyor numarasını sürdürdü. Genç bir kadın ilkokul birinci sınıfa giden kızını yanına oturtmuştu. Kızının okul çantasını da pencere tarafına yaslamıştı. Hiç istifini bozmadı. Yürüme özürlü bir vatandaş, koltuk değnekleriyle ayakta durma mücadelesindeydi. Otobüs, ani fren yaptıkça yolcular bir sağa bir sola savruluyorlardı.
Elif, dayanamadı:
-Engelli arkadaşımıza yer verseniz!
Otobüsten çıt çıkmadı. Bu kez daha yüksek sesle:
-Bayan, çocuğunuzu kucağınıza alsanız!
Bayan, hiç oralı olmadı.
-Kızım, annenin kucağına otursan da yerini versen… Bak, insanlar ayaktalar…
Genç kadın atıldı:
–Onun kucağa oturma çağı çoktan geçti hanııım!
Elif, öfkeyle:
-O halde yer verme çağı başladı. Annenin kucağına geç, engelli arkadaş otursun!
Emir oldukça sert tonda idi. Çocuk, kalktı ve engelli vatandaşa yerini verdi. Elif, çocuğa gülümsedi. Sessiz bir teşekkürdü gözlerinden çocuğun gözlerine akan. Her gün benzer olaylar yaşıyordu. Empati denen bir şey var son günlerin deyimiyle “Empati kurmak”… Annesine göreyse ” İğneyi kendine, çuvaldızı ele batır. “
Şoförün gür sesi duyuldu:
–İlerleyelim, arkaya doğru yürüyelim!
Liseli delikanlılar gülüştüler.
-Amca, yürüyeceksek neden otobüse bindik?
Elif, ” Ne bayat bir espri! ” dedi içinden.
Çocuklu bir kadın ayaktaydı. Süslü püslü, keskin parfüm kokan hanımefendinin koluna çocuğun ayakkabıları değiyordu.
-Hanım, çocuğunun ayakkabısı elbisemin omzunu berbat etti. Çekil yanımdan!
O arada orta yaşlı bir bey, çocuklu bayana yer verdi ve süslü hanıma ters ters baktı.
-Senin hiç çocuğun olmamış belli ki! Ayıptır, çocuklu kadına yer verilmediği gibi bir de ” Ayakkabısı değiyor.” diye kızılıyor. Tuh tuh be! Ne günlere kaldık!
Süslü hanım, aldırmadı. Daha doğrusu duvar taklidi yaptı. Bunda da oldukça başarılıydı doğrusu…
Bu arada yaşlı teyze:
-Ay! Başım dönüyor! Tansiyonum yükseldi! Ay, fenalaşıyorum!
Liseli kız, kitaplarını yanındaki arkadaşına verdi. Yaşlı teyzeye seslendi:
-Gel teyzeciğim, yerime otur.
Yaşlı kadın minnetle, sevgiyle baktı liseliye.
-Aferin, işte böyle duyarlı insanlar da var.
-Gençleri suçlamayın, beş parmağın beşi bir mi?
-Doğru vallahi! Bravo kızım sana. Ben de emekli öğretmenim. İşte böyle güzel bir nesil yetişiyor. Gençleri suçlayacağımıza onlara iyi birer örnek olsaydık keşke!
-Hop! Durakta inecek var!
Şoför, homurdandı.
-Durağı geçtik. Önceden kapılara yaklaşsanız da uyarı düğmelerini kullansanız olmuyor mu?
-Durak burasıydı, durmadın! Dur, dur!
-Burası hiç durak olmadı ki beyim! Diğer durakta inersin. Kapıya yaklaş. Hadi, çabuk ol!
Şoför, otobüse yeni binen kişiyle tartışmaya başladı.
-Bel-Kart’ını tutmadın!
-Tuttum, sen görmediysen suç benim mi?
-Hadi görmemiş olayım da sesini de duymadım. Uyanık seni! Tut bakayım!
Son durağa doğru otobüs yolcularının çoğu inmişti. Elif, boş bir yer bularak oturdu. Bir sonraki durakta kucağında bebek bulunan elli beş yaş civarında bir kadın bindi. Arkadan da otuzuna varmamış genç bir anne. Orta yaşlı kadın, Elif’e pencere kenarına geçmek istediğini söyledi.
Elif, pencere kenarını bayana bıraktı. Genç kadın, Elif’in başına dikildi. Otobüsün yarısı boş iken bu harekete anlam veremedi Elif. Orta yaşlı kadın, Elif’e kalkmasını ve yerini genç bayana vermesini söyledi. Elif, artık dayanamadı.
-Yahu, otobüs bomboşken gelip yanıma oturdunuz. Sesimi çıkarmadım. Pencere kenarı diye tutturdunuz, ona da ses çıkarmadım. Şimdi de yerimden kalkmamı söylüyorsunuz. Pes doğrusu!
Otobüstekiler ses çıkarmadılar.
-Tepkisizlik, alışkanlığa dönüşürse o toplum mahvolur. Bu haksızlığı gören yok mu?
Yolcular, başlarını cama doğru çevirdiler. Elif, dişlerinin arasından:
-Devekuşu gibi başınızı kuma gömerek yaşıyorsunuz. Gözlerinizi kapatarak gerçekleri görmeyebilirsiniz. Böyle davrandığınızda gerçekler, bozukluklar düzelir mi sanıyorsunuz? Ne zaman haklıdan yana tavır sergileyeceksiniz merak ediyorum yani… Dedi.
Neyse ki birkaç durak sonra Elif otobüsten indi. Sabah sabah harpten çıkmış gibiydi. Morali de bozulmuştu. ” Pazartesi Sendromu ” dedikleri bu muydu yoksa? İş yerine vardığında eli ayağı titriyordu. Önce eğitim, evet, önce eğitim gerekir. Bu insanlar aileden yeterli alamadıkları eğitimi okuldan alabilirlerdi. Kendilerini karşılarındakinin yerine koyabilselerdi davranışlarını düzeltebilirlerdi. Hani şimdilerde “empati” dedikleri annesinin ise “İğneyi kendine, çuvaldızı ele batır.” atasözüyle açıkladığı olayı yaşamlarına yerleştirmiş olsalardı keşke!
Çaycının getirdiği açık çayı yudumlarken ” Yine de yaşamak çok güzel! Mutsuz olmak için bir sebep varsa; mutlu olmak için bin sebep var.” dedi. Gülümsedi. Otobüs yolculuğu; acısıyla, tatlısıyla hayatın özetiydi.
Harika Ufuk