0

Çocuklar her akşam mektepten çıkarken gidip Devin bahçesinde oynarlardı. Yumuşak, yemyeşil çayırlı, geniş, güzel bir bahçeydi. Ötede beride iri güzel çiçekler çayırın üzerinde yıldızlar gibi bakardı. İlkbaharda pembeli incili çiçekler açıp, sonbaharda bol bol meyve veren on iki tane şeftali ağacı vardı. Kuşlar ağaçlara dizilir, tatlı tatlı öyle öterlerdi ki çocuklar dinlemek için oyunlarını bırakırlardı. Birbirlerine, “Burada ne kadar eğleniyoruz!” diye haykırırlardı.

Bir gün Dev dönüverdi. Arkadaşı Kornval Umacısını ziyarete gitmişti. Yanında yedi yıl kalmış, yedi yıl bitince bütün söyleyecekleri de bitmişti; çünkü sözleri mahduttu, artık kendi kalesine dönmek istedi. Gelir gelmez de çocukların bahçede oynadıklarını gördü.

Kaba kalın bir sesle: “Ne yapıyorsunuz burada?” diye bağırdı, çocuklar da kaçtılar.

Dev, “Benim bahçem, benim bahçemdir! Kim olsa bunu anlar! Kendimden başka hiç kimsenin de orada oynamasına müsaade etmem.” diye etrafına çepeçevre koskoca bir duvar çevirdi. Üzerine de bir ilan tahtası astı.

SINIRI GEÇENLER CEZALANDIRILACAKTIR.

Pek bencil bir devdi.

Artık zavallı çocukların yerleri yoktu. Yolun üstünde oynamayı denediler, fakat yol pek tozlu, hem sert taşlarla doluydu. Bu da hiç hoşlarına gitmedi. Derslerden sonra yüksek duvarın etrafında dolaşır, içerdeki güzel bahçeyi söyleşirler birbirlerine, “Ah orada ne kadar eğlenirdik.” derlerdi.

Derken bahar geldi, bütün kırlar küçük küçük kuşlarla doldu. Yalnız bencil Devin bahçesi hala kıştı. Çocuklar yok diye kuşlar orada ötmek istemedi. Ağaçlar çiçek açmayı unuttu. Bir kere güzel bir çiçek çayırlar arasından başını çıkarıp baktı, fakat ilan tahtasını görünce çocuklar için öyle üzüldü ki tekrar başını toprağa sokup uykuya vardı. Memnun olanlar yalnız Karla Dondu. “Bahar bu bahçeyi unutmuş. Artık bütün sene burada otururuz.” diye bağrıştılar. Kar koskoca beyaz kamçısıyla çayırları örttü. Don da bütün ağaçlar gümüşle kapladı. Sonra Karayeli de yanlarına davet ettiler; o da geldi. Kürklere bürünmüştü, bahçede gür gür gürleyip baca külahlarını yerlere devirdi. “Burası pek eğlenceli bir yer,” dedi, “Doluyu da davet etmeliyiz.” Dolu da geldi. O da her gün üç saat kalenin damı üstünde ardavuz kiremitlerden birçoğunu kırıncaya kadar takırdayıp durdu. Sonra olanca hızıyla bahçede koşa koşa döndü, döndü. Kurşuniler giyinmişti nefesi de buz gibiydi.

Bencil Dev penceresinde oturup bembeyaz soğuk bahçesine bakarken: “Bahar niye bu kadar gecikti anlamıyorum.” dedi, “İnşallah hava değişir.”

Fakat artık ne Bahar geldi ne Yaz… Sonbahar her bahçeye altın meyveler vermedi, “O çok bencil!” dedi. Artık orası hep kıştı. Karayelle Kar, Doluyla Don ağaçların arasında dans edip durdular.

Bir sabah Dev yatakta uyanık yatarken güzel bir nağme duydu. Kulaklarına o kadar tatlı tatlı geliyordu ki Kralın mızıka takımı geçiyor sandı. Bu, penceresinin dışında öten küçük bir keten kuşuydu. Bahçesinde kuş sesi duymayalı öyle uzun bir zaman olmuştu ki bu ona dünyanın en duyulmamış musikisi gibi geldi. O zaman Dolu başının üzerinde dansını bıraktı, Karayelin gürültüsü dindi ve açık pencereden içeri baygın bir koku sindi. Dev, “Nihayet galiba Bahar geldi.” diye yatağından atlayıp dışarı çıktı.

Ne görsün?

En görülmemiş bir manzara. Duvarın küçük bir deliğinden çocuklar içeri girivermişler, ağaçların dallarında oturuyorlardı. Görebildiği her ağaçta bir küçücük çocuk vardı. Ağaçlar da çocukların geri gelmesiyle o kadar memnun olmuşlardı ki baştanbaşa çiçeklere bürünmüş, çocukların başları üzerinde kollarını sallıyorlardı. Kuşlar uçuşa uçuşa neşe içinde de kır çiçekleri başlarını çıkarmış, gülüyorlardı. Görülmemiş bir manzaraydı. Yalnız bir köşe hala kıştı. Bu, bahçenin en uzak köşesiydi, tam orada bir çocuk duruyordu. O kadar küçüktü ki ağacın dallarına yetişemiyor, etrafında dönüp dolaşıyor, acı acı ağlıyordu. Zavallı ağaç hala Donla Karla kaplıydı, üzerinde de Karayel esiyor, gürlüyordu. Ağaç, “Hadi, çık çabuk!” diye dallarını elden geldiği kadar indiriyordu, fakat çocuk pek miniminiydi.

Dev dışarıya bakarken kalbi için için eridi, “Ne kadar bencilmişim!” dedi. “Niçin baharın buraya gelmek istemediğini şimdi anlıyorum. Şu zavallı yavrucuğu ağacın üzerine çıkarayım; sonra da duvarı yıkarım, bahçem artık ebediyen çocukların oyun yeri olur.” Yaptıklarına iyice pişman olmuştu.

Usul usul merdivenden aşağı inip bahçeye çıktı. Fakat çocuklar onu görünce o kadar korktular ki hep kaçıştılar. Ve bahçe gene kış oldu. Yalnız o küçük çocuğun gözleri yaşla öyle dolmuştu ki Devin geldiğini göremediği için kaçmadı. Dev de arkasından gizlice yaklaşıp yavaşça onu ellerinin arasına aldı ve ağacın üstüne koyuverdi. Ağaç hemen çiçekler açtı, kuşlar gelip üzerinde öttü. Çocuk iki kolunu Devin boynuna sarıp öptü. Öteki çocuklar da artık Devin eskisi gibi hain olmadığını görünce koşa koşa geri döndüler, onlarla beraber Bahar da geldi. Dev, “Artık burası sizin bahçeniz, küçük yavrular.” diye koca bir balta alıp duvarı yıktı. Saat on ikide ahali çarşıya giderken görüp görecekleri en güzel bir bahçede Devi çocuklarla oynuyor buldular.

Bütün gün oynadılar. Akşam olunca Deve Allah’a ısmarladık demeye geldiler.

Dev, “Fakat küçük arkadaşınız nerde? Hani ağaca çıkardığım çocuk?” dedi. Dev, kendisini öptüğü için en çok onu sevmişti.

Çocuklar, “Bilmiyoruz, gitmiş.” diye cevap verdiler.

Dev: “Ona söyleyin, mutlaka yarın gelsin.” dedi, fakat çocuklar nerede oturduğunu bilmediklerini, kendisini bundan önce hiç görmediklerini söylediler; Dev pek üzüldü.

Her akşam mektep kapanınca, çocuklar gelip Devle oynuyorlardı. Fakat Devin sevdiği küçük çocuk artık hiç görünmüyordu. Dev bütün çocuklara iyi davranıyordu, fakat gene ilk dostunu özlüyor, sık sık ondan bahsedip: “Ah onu ne kadar görmek istiyorum.” diyordu.

Yıllar geçti. Dev pek ihtiyarladı, güçten kuvvetten düştü. Artık koşup oynayamıyordu, kocaman bir koltukta oturup, çocukların oyununa bakıyor, bahçesiyle iftihar ediyordu. “Birçok güzel çiçeklerim var.” diyordu. “Fakat bütün çiçeklerin en güzeli çocuklar…”

Bir kış sabahı giyinirken dışarı, bahçesine baktı. Artık kıştan nefret etmiyordu, çünkü bu sadece bahar uyuyor, çiçekler de dinleniyor demekti.

Birdenbire gözlerini hayretle ovuşturdu, baktı, baktı. Mutlaka pek görülmemiş bir manzaraydı. Bahçenin en uzak bir köşesinde, güzel beyaz çiçeklere bürünmüş bir ağaç vardı. Dalları altındandı, her birinden gümüş yemişler sarkıyor, altında da sevdiği küçük çocuk duruyordu.

Dev büyük bir sevinç içinde merdivenlerden aşağı koştu, acele acele bahçenin öbür ucuna geçip çocuğun yanına vardı. İyice yaklaşınca yüzü hiddetle kıpkırmızı kesildi, “seni yaralamaya kim cesaret etti?” dedi. Çünkü çocuğun avuçlarında ikişer tane çivi izi vardı, iki çivi izi de ayaklarında.

Dev: “Seni yaralamaya kim cüret etti?” diye bağırdı. “Söyle de kocaman kılıcımı alıp onu haklayayım.”

Çocuk: “Yoo, bunlar muhabbet yaraları.” dedi. Dev, “Sen kimsin?” derken üstüne garip bir hasiyet çöktü ve çocuğun önünde dize geldi. Çocuk Dev’e gülümsedi, “Siz beni bir kerecik bahçenizde oynattınız, bugün ben de sizi kendi bahçeme, cennete götüreceğim.” dedi.

Çocuklar akşam koşa koşa içeri girdikleri zaman baştanbaşa beyaz çiçeklere bürünmüş Dev’in ölüsünü buldular.

Oscar Wilde Dünya Edebiyatından Seçmeler Meb Yayınları S:32

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler