SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Satrançta son hamleydi genç kadının yaptıkları…
Yorgunluklarını birbirine yaslanarak gideren umur görmüş ahşap evlerden birinin üst katında oturan genç kadın; insaniyetinin olanca azgınlığını kusuyor, vicdan sıtmasına tutulmuş bedeni durmadan şahlanan vahşi atların iri kıyım adımlarıyla tepiniyordu. Deliliğin hezeyanıyla tehditler savurarak sonbaharının son demlerinde lokmalarını isteksizce çiğnediği akşam sofrasına oturmuş ihtiyarı bilerek, isteyerek tedirgin ediyordu…
İdare lambasının loş, uçucu harelerle örttüğü odanın kuytu köşelerinde dolaştı, kuyu suları gibi karanlık gözleri… Çökük avurtları, gölge gibi zayıf bedeniyle yorgun gözüküyordu yaşlı kadın. Demir maske gibi duran yüzü, zavallı dilsiz gönlü, omuzlarına binen yüklerin ağırlığıyla bodurlaşan cüssesi taş kesilmiş gibi kalakalmıştı. Yüzü ölüm sarılığına bürünmüş, gözleri uçuruma dikilmiş, vücudunun, kalbinin zembereği kırılmış, fırtınanın hummasıyla mezar taşları kadar ketumdu…
‘’Bu son gecen ihtiyar!’’
Duyduğu bu son cümle kulağına çalınan birkaç cümleden kalan tortulardı. Etine, kemiğine nefret ve tiksinti sinmiş, taşkın ruh haliyle; manevi kırıklık, bezginlikle dopdolu yaşlı kadına zekâdan, nezaketten yoksun, dik kafalı bir edayla ağız dolusu küfür, kötü söz sarf ediyordu…
Ensesinden buz parçası kayar gibi oldu. Kabahatli bir tavırla başını öne eğip uzun, azaplı düşüncelere daldı. Kirpiklerinin uçlarında birdenbire beliriveren damlalar; çöken çürük dünyasındaki sönen ışığına duyduğu hasretin, onun yokluğuyla içine düştüğü hiçlik duygusunun, namerde muhtaçlığının, tek başına kalmanın verdiği yıkıntının nişanesiydi… Bedeninin her hücresinin yırtıldığını, her kemiğinin eğelendiğini hissedip devrik gözlerle titrek, puslu, kendisinden giderek uzaklaşan geçmişinin çağrılarına ram oldu…
Gençliğinin olanca hoşluğu ve gamsızlığıyla oğlunun kendilerine eş adayı olarak seçip tanıştırdığı ilk gün ısınamamıştı gelinine. Yüksekten bakan tavırları, bitip tükenmez istekleri, marazi yapısı, hoşnutsuz bakışlarıyla; ilk günlerinde tiryakisi olduğu yuvasına her akşam koşarak gelen oğlunu bezdirmiş, ailesinde görüp hasretini çektiği mutluluğu içkide, dost meclislerinde aramaya yöneltmişti. Alkol yorgunu genç bedenlerin fettan göz süzüşlerine, âlemin yanar, döner pırıltılarına aldanıp harama uçkur çözen biri haline gelmişti. Yaşamını çember gibi saran alışkanlıkları yıldızlar silininceye kadar uzuyor, hoş görü eşiğini gittikçe aşan genç kadın tüm hıncını dile gelmeyen bir düşkünlükle ana, babasına bağlı olan eşinin ailesinden alıyordu.
Yaşantılarının keskin köşelerini yumuşatmaktan yorgun düşen yaşlı babanın yüreği dondurucu bir aralık akşamında esen uğultulu rüzgârların ıslıkları arasında ansız ve acısız duruverdi… Kahkahaların çoktan terk ettiği bu evde; suskun diliyle, gittikçe daralan nefesinin elverdiği nispette yaşamaya çalışan kocamış kadın hüzne boyalı dört duvara düşen gölgesiyle, her dem taze tuttuğu anılarıyla baş başa kaldı…
Pelteleşen beyniyle, içinde bulunduğu ruhsal karmaşayla anlamadı önceleri, gelininin zorla aklına soktuğu biricik oğlunun dediklerini… Kalbi geceleri kıyıya vurup çatlayan dingin dalgalar gibi ağır, aksak çarpmaya başlamış, fırtınayı haber veren tazyikli bir hava içinde yaşamaya mahkûm edilmişti. Memeden kesilmiş çocuk mahmurluğuyla, ruh gibi gezindi hatıralarını peşinde sürükleyerek odaların içinde. Boğazını sıkan güce karşılık verememenin ezikliğiyle, yatıştırıcıların sakin dünyasına sığındı bir süre. Kafasının ardına attığı tüm korkular vesvese olup akın akın yüreğine doluştu. Huzursuzluk onu dibe çekiyor, sökülüp atılması gereken düşüncelerin her çığlığı başka bir çığlığa neden oluyordu. Yatağa her yatışında karanlık ve kocaman bir gölgenin üzerine eğildiğini hayal ediyor, kendini kurduğu kapanın demir kıskacına bir bacağını kaptırmış avcı gibi hissediyordu. Yolunu şaşırmış bir yolcu gibi yanı başına geliveren kış günlerine kadar sürdü anılarından kopmak için kendisiyle yaptığı kavgası…
Yenilmişti işte… Yaşamının ruhunda oluşturduğu derin çiziklerle omuzları iki yanına yığılmış, gelininin tüm çirkefliklerine son verecek kararını vermişti. Evet, bugün evinde geçireceği son gecesiydi… Gecenin sabaha evrilen saatlerine kadar rüyadan ziyade kâbus denilebilecek görüntüler gece boyunca beynine üşüşüp durmuş, uykuya düşmeyi başaramamıştı.
Ezan vakti şafağı lal renginde bir alev sararken; tespihini parmağına dolamış, elleri dua kıvamında Allah’a açık, dudakları kıpır kıpırdı. Hazırım… Yeni yılın ilk günü evimi, hatıralarımı geride bırakıp; günlerin ağır ve maksatsız sürüklendiği, ömür gemimin sereninin kırılacağı güne kadar, yollarımızın aynı kaderde kesiştiği ak saçlılarla beraber olacağım huzurevine gitmek için…
Hazırım… Elveda gençliğimi, mutlu günlerimi geçirdiğim güzel evim…
Elveda umutlarım, heyecanlarım, hatıralarım…
Sevgili eşim, biricik oğlum ve gelinim…
Elveda…
Fatma Türkdoğan