ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
Domuzlar girmiş bizim mısır tarlasına vaktinde.
Babamlar koşmuş dağıtmış hepsini.
Harap olmuş tarlanın mısırları.
Tekrar başlamış maaile çalışmaya.
Tekrar olmuş mısırlar.
Tekrar yeşermiş tarla.
Öldü babamla karısı bir gece yarısı.
Bizim vaktimiz geldi artık.
Zor geldi tarlada çalışmak.
Sattık bizde mısır tarlasını, şehirden gelen fabrikatör Necip Bey’e.
İlk başlarda işlemedi fabrika köy yerinde.
Sonrasında ise hiç durduğunu görmedik gece vakti bile.
Fabrika atıklarının köy suyunu kirlettiğini anlayınca hayvanları da sattık şehirli Necip Bey’e.
İçiremezdik hayvanlara artık o pis suyu.
Dumandan iyice kirlendi havamız.
Cami minaresi bile görünmez oldu fabrika dumanından.
Oturamaz olduk köy kahvesinin bahçesinde.
Evleri de sattık şehirden gelen fabrikatör Necip Bey’e.
Köyden gitmeden önce evlilik çağına gelen kızımı da evlendirdim üstüne.
Kimle mi?
Tabi ki şehirden gelen Necip Bey’in oğluyla.
Sonradan haberimiz oldu bizim.
Büyük torunum içme suyundan zehirlenerek ölmüş.
Fabrikatör Necip Bey, torunu ölünce oynatmış aklını.
Şimdi “Deli Necip” diyorlarmış köy kahvesinde.
Çaldığı okey taşlarından fabrika yapıyormuş caminin yanına.
Oğlu da bakmaz olmuş yüzüne kızı da.
Bir güzel karısı vardı işte.
O da kanser olmuş dumandan.
Muhammed Murat