0

 

Mezarlığın karşısında, kiremit kırmızısına boyanmış, evde oturuyorlardı. Kapı ve pencereler, türbe yeşiline boyanmıştı. Emin dayı, babaannemin erkek kardeşiydi. Eşekler Çarşısı’ndaki köhne, çukur dükkânda terzilik yapıyordu. Dükkânına girdiğinizde, gelip, geçen insanların sadece ayaklarını görebilirdiniz. Emin dayı melankolik bir adamdı. Hiç güldüğünü görmedim. Konuşmazdı da…

Selma yenge, çok gülerdi. Hem de göbeğini oynatarak. Çok şişmandı. Kara kaşlı, kara gözlü, kırmızı yanaklıydı. Evinden çok sık çıkmazdı. Daha çok biz giderdik. Babaannem çok sık giderdi. Onun peşine takılırdım. Mezarlıktan geçerken, korkardım. O tarafa bakmamaya özen gösterirdim. Çok küçüktüm. İnsanların öldükten sonra neden toprağa gömüldüklerini bir türlü anlayamıyordum.

Babaannem, türbe yeşiline boyanmış, iki kanatlı tahta kapının, halkasını tıklatırdı. Hiç açılmayacak gibi gelen bekleyişten sonra Selma yenge başında namaz örtüsü ve geniş gülümsemesi ile kapıyı açardı. Uzun, rutubetli koridorun sonu bahçeye çıkıyordu. Bahçe oldukça büyüktü. Bakımsız, diz boyu otların ve incir ağaçlarının büyüdüğü, ürkütücü bir yerdi. Adımımı atmazdım. Koridora açılan sofaya iki basamak tahta merdivenle çıkılıyordu. Sofanın çevresi, tahta kafeslerle kaplıydı. Sofaya açılan üç kapı vardı. Biri Selma yengenin bütün vaktini geçirdiği oturma odasına açılıyordu. Bizi buraya alıyordu. Pencerenin önünde divan vardı. Tül perdeler daima kapalı olurdu. Belki mezarlığı gördüğü içindi? Divanın karşısında ki duvara dayalı konsollun üzerinde ki aynanın sırrı yer, yer dökülmüştü. Üzeri toz tutmuş radyodan kısık sesle Türk sanat müziği daima duyuluyordu. Selma yenge, odasına komşu olan sonsuzlukla, konsolun üzerinde şimdiki zamanı gösteren, eski sararmış saat arasında kaçış yolu bulmuştu.

Bütün gün hiç ev işi yapmadan, aşk romanları okuduğu söyleniyordu. “Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkand” O zamanın bütün Türk yazarlarını okuyordu. Okuduğu kitapları çok güzel anlatıyordu. Sıcak yaz günleri, yirmili yaşlardaki genç annem ve halamla evine gittiğimizde, konsolun üzerinde tozdan buğulanmış bir bardağın içinden akasya dalı sarkardı.

Annem ve halam, kolsuz poplin gömlekleri üzerlerinde, aynı tip karavel saçlarını parmak uçları ile bükerek dinlerlerdi onun anlattıklarını. Dışarıdan gelen rüzgâr, perdeyi havalandırır, mezarlığın çürümüş kokusunu içeri taşırdı. Aldırmazlar… Sıkı sıkı hayata ve aşka tutunurlardı. Verem olup, ölmüş, roman kahramanları için gözyaşı dökerlerdi.

Selma yenge, evinden, birkaç metre uzaklıktaki yazlık sinemada gösterilen Türk filmlerini de çok severdi. Gösterimden kalkana kadar, hemen hemen her gece izlemeye giderdi. Babam bazı geceler, annemi ve halamı bu sinemaya götürürdü. Önce Selma yengeye uğrar, onu da alarak yazlık sinemaya giderdik. Benim için gıcırdayan tahta sandalyeler ve içtiğim soğuk gazozlardan ibaretti. Uyuyup, eve kadar kucakta taşınıyordum. Yazlık sinemada yıldızların altında, Adalet Cimcöz’ün seslendirdiği Belgin Doruk, Ayhan Işık filmlerinden çıkan sesler, karşıdaki gökyüzüne yükselen selvilerde yankılanıyordu. Tezat oluşturuyordu. Ürpertici bir tezat! Yaşayanların hayal dünyasının yalan dünyası ile sonsuzluğun, hiçliğin birbiri ile çarpışmasıydı…

Hemen, hemen kimsenin kitap okumadığı o yıllarda, Selma yenge hoş karşılanmadı. Anlaşılan niyeti kötüydü… Hiçbir zaman görüşüp, dedikodu yapmadığı komşuları, kocalarını Eşekler Çarşısı’ndaki Emin dayının dükkanına yollayıp, türlü iftiralarda bulundular… Emin dayı tutku derecesinde sevdiği karısına karşı cephe almaya başladı. Bunu dedikodulara inandığı için değil! Karısını düşlerinden, hayallerinden kıskandığı için yaptı. Emin dayı, Selma yengeye baskı yaparak dize getirmeyi denedi. Gülmez suratı, uzun kambur gölgesi ile her akşam, iş çıkışı bize geliyor, ablasına yani babaanneme karısını şikâyet ediyordu. Babaannem de sabah olunca soluğu Selma yengede alıyordu. Mavi gözlerini döndürerek, onu hizaya sokmaya çalışıyordu.

Selma yenge, şişman vücudu ile onu sakin, dinliyor, bir bardak çay bile ikram etmeden, kapıdan geçiriyordu. Bir gün Selma yenge gitti. Kasvetli evden, gülmez kocasından, dedikoducu komşularından sıyrılıp kaçtı. Emin dayı hayata küstü. Var ile yok arası yaşadı. Ara sıra babaanneme kirli çamaşırlarını getirdi. Ölünceye kadar haklı olduğunu savundu. Daima Selma yengeyi suçladı. Kiremit kırmızısı ev harabeye döndü. Emin dayı komşusu olduğu sonsuzluğa sessizce yol aldı.

Selma yengeden ara sıra haberler aldık. Bir hastanede hasta bakıcı olarak uzun yıllar çalışmış. Kaç veremli hasta baktı? Onlarla ilgilenirken, okuduğu romanlar aklına geldi mi? Bilmiyoruz. Ama Emin dayıyı bir daha görmediğini, hiç aramadığını biliyorum. Emin dayı öldükten uzun seneler sonra İstanbul’da öldüğünü de biliyorum. Hangi mezarlığa gömüldüğünü hiç kimse merak etmedi. Halam o gittikten sonra bütün fotoğraflarda ki görüntüsünü keserek çıkarmıştı…

Meral Pişirener

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler