KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
“Yakarsa dünya’yı garipler yakar.” – Müslüm Gürses
Renkler, asırlar boyunca kullanılmaktan solmuştu artık. Şehir daha bir solgundu, insanlar
yaşamaktan daha bir yorgundu. Asırlar boyunca süre gelen bir eylemin yorgunluğuydu onlara
atalarından kalan ve genlerle bir sonraki nesle aktarılan. Yorgunduk artık yaşamaktan. Dürüst
olmak da gerekirse, ikiyüzlüydük en pahalısından. Her gün hayata sövüp gene de
yaşayabiliyorduk hiç utanmadan. Ölümüne yaşıyoruz şu hayatı! Sonuna kadar…
Gene her gün ki gibi solgun renkli bir aralık sabahıydı. İnsanlar rutin gün içi koşuşturmalarına
başlamışlardı verilen başlangıçla. Herkes bir yerlere yetişme telaşı içinde, herkesin elleri
cebinde, kafaları yerde. Herkes, “tanıdık birisini görürüm, konuşmak zorunda kalırım” telaşı
içinde. Yukarıdan bakılınca şehre, koşuşturan karınca sürüleri gibi görünüyor herkes.
Her hayatın bir kırılma noktası vardır. Bir kere kırıldı mı, kaynamaz artık. Uykularını tam
alamayanların en çok uğradığı yerdi “Son Durak” isimli kahve dükkânı. Uykularını tam
alamayanlar ve hatta tüm dünya için kırılma noktasıydı bugündü. Çünkü bugün, ötekilerden
farklı birisi daha vardı “Son Durak” kahvesinde. Bir “garip”.
Ne kadar zor bir hayat yaşadığı, hayatın onu ne kadar yıprattığı, üzerindeki yırtık elbiselere
bakılınca kolayca anlaşılıyordu. Yüzü kirliydi, ama gülüşü çok temizdi. Ama ne yazık ki
temiz bir gülümsemeye önem veren birisi de yoktu yeryüzünde.
İnsanların çoğu, dışına bakarak yargılar “garipleri.” Hâlbuki hiçbiri tam olarak tanıyamaz
onları. İnsanın vitamini kabuğunda değil, içindedir. Fakat farkında değildir birçoğu.
Herkesin kahvesini usulca yudumlayıp, telefonlarına dalmış olduğu sırada, bir “garip” fırladı
ahşaptan masanın üstüne. İlk başta kimse fark etmedi onu. Garip bağırdı bu sefer;
“Herkes lütfen buraya baksın!”
Kimse kafasını telefonundan kaldırıp bakmadı ona. Hayatında bir kere bile önemsenmeyen,
lafı bir kere bile olsa dinlenmeyen ve yalnızlıktan artık ar damarı çatlamış olan garibin gözü
dönmüştü. Artık burasına kadar gelmişti ve hatta orayı da geçmişti. Sabırsızlık fışkırıyordu
her yanından. Atladı masadan, gitti kaptı hemen birisini yan masadan. Çıkarttı cebinden
çakmağını, sol koluyla boğazını sıkarak rehin aldı birini.
“Yeter ulan!” diye bağırdı, “yeter!” Ortada bir rehin alma olayı olduğundan ve bunu kötü
giyimli bir garip yaptığından, ötekiler kendi can güvenlikleri için endişeye kapıldı ve hepsi
birden garibe dikkat kesildi.
“İşte böyle, işte böyle! Hepiniz bana bakacaksınız ulan! Dinleyeceksiniz beni! Duydunuz mu
beni! Hepsi cevap vermekte tereddüt edip, kararsız gözlerle birbirine baktı. Sonra herkes çok
uyumlu biçimde kafa salladı.
“Yeter be, yetti! Yalnızım ulan ben, hem de çok yalnız! Herkes uzaklaşıyor benden. Sakın siz
uzaklaşayım demeyin benden!” dedi ve çakmağı rehinenin daha yakınına yaklaştırdı.
“Yaklaşın bana! Yaklaşmazsanız yakarım bu herifi!” dedi.
Kimse korkusundan adama yaklaşama cesaretini gösteremedi. İnsanlık, zaten asırlar boyunca
hep ilk adımı atmaktan korkmuştur. Birisi onların ayaklarını tutup bir adım ileriye
götürmedikçe ilerlemeye cesaret edememişlerdir.
Garip önemsenmediğini görünce iyice zıvanadan çıkmıştı artık. Rehineyi bırakmıştı ve
kaldırmıştı çakmağı tuttuğu sağ elini havaya;
“Yaklaşın bana! Vallaha yaklaşmazsanız eğer bu elimde görmüş olduğunuz çakmağı çakarım.
Öyle bakmayın aval aval! Soluduğumuz havada yüzde bir oranında asal gazlar bulunmaktadır.
Valla çakarım çakmağı, sadece burası değil, bütün dünya havaya uçar! Anladınız mı beni!
Yaklaşın şimdi bana! Yaklaşıp sarılın bana… Ne olur, kimse sarılmadı bana hayatım
boyunca…”
Az önce yakarımlı, yıkarımlı sert bir tonla konuşan garip, şimdiyse “sarılın bana” diye
ağlıyordu. Herkes afallamıştı. Bu kadar çok duygu değişimi yaşayan birisi olsa olsa anca deli
olurdu. En sonunda içlerinden biri garibin deli olduğuna kanaat getirdi. Hem zaten o
çakmakla ve asal gazlarla da yanmazdı bu dünya. İlk adımı diğer insanlar için o atmaya
cesaret etti ve oturdu masasına, gömüldü telefonuna. Ötekiler de o ilk adımdan cesaret alarak
oturdular yerlerine. Herkes tekrardan garip yokmuş gibi davranıyordu.
Garip ellerinin tersiyle gözünün altındaki tozları aldı, gülümsedi ve çaktı çakmağını. Bütün
dünya bir saniye içinde dev bir alev topuna döndü ve bütün hayatlar bir daha asla
kaynamamak üzere kırıldı.
Emre Boz