KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Köşeyi döndükten sonra geçidin yanındaki kitap dükkanına varmak üzereyim. Bilinmez bir telefon oyununu oynamayla meşgul olan satıcının yanında duruyorum. Beyazımsı ve yeşil boyanmış eski raflarda yanlamasına ve enine dizilmiş kitap sıralarını gözden geçiriyorum. Dikkatimi iki eser çekiyor. Gogol’un ‘Ölü Canlar’ve John Maxwell Kutzee’nin ‘Barbarları beklerken.’
Fiyatlarına bakıyorum. İkisini de almaya param yok. Seçim yapmalıyım. Hangisini? Karar veremiyorum. O zaman kura belirlesin. Demir para havada dönerek ani parıltıyla avcuma düşüyor. Satıcı oyundan ayrılıp şaşkınlıkla bana bakıyor. Ölü Can’lar çıkıyor. Sakıncası yok, bu kez de klasik edebiyat olsun.
Yeni tamir edilmiş metronun ışıklı peronunda elimi çantama atıyorum. Nazikçe ‘Yol Arkadaşımı’ alıyorum. Bu, biraz önce aldığım o kitap.
Metroda kitap okumanın farklı özellikleri vardır. Yeraltı Tanrısı Hades’ in saltanatında bu, bana ev ve iş arasındaki dokuz istasyon süren günlük güzergâhın sıkıcı özelliklerini defetmeme yardım ediyor.
Perona ayak basarken anlıyorsun ki, her şey ilk bakışta görüldüğü kadar kolay ve rahat değil. Trene girerken kalabalık içerisinde bir komutanın ileri görüşlülüğü ile karar alarak kitap okumak için uygun bir yer seçmen gerekiyor. Aksi takdirde kırk dakikalık uzun yolda birilerinin yorgun ve keyifsiz yüzü, diğerinin gevezeliği seni takip edecek.
Ben, genellikle bunun için ‘yaslanmayın’ diye yazılan kullanışsız kapıya sırtımı dayıyorum. Bu posizyon diğer yerlere kıyasla daha elverişlidir. Kitap okumaya dalarken, bedenimiz, sallanarak tünelle doğru hareket eden trenin içinde olsa da, bilincimiz zaman ve mekân barajını aşarak eserin içine yer alıyor.
Bu sırada suratsızın biri tesbihini burnunun ucunda oynatarak soruyor:
-Kardeşim, ne okuyorsun böyle, otoritelerden mi yazmışlar?
Başımı sallayarak onaylıyorum.
İki somurtkan erkek yanımda duruyor. Biri dirseği ile beni dürterek;
-Kim yazmış okuduğun bu eseri?
Trenin bitevi sesine karışan sesim zayıflayarak güvensiz sesleniyor:
-Gogol.
Gülme sesi duyuluyor:
-Sen ‘Qoğal’1 masalına şimdi mi başladın?
Diğeri okuduğum eseri nereden ve kaça aldığımı netleştiriyor ve hatta kitabın resmini de çekiyor.
Böylece mütalaa sırasında kendin de haberin olmadan dikkat çekiyorsun, istemeden ve bilmeden kitap satışının ücretsiz çalışan reklam ajansına dönüşüyorsun.
Her halükârda, metroya binerken kendinizle kitap alın, bu en faydalı iştir…
Vüsal Bağırlı