İZMİR İSTANBUL’DAN DAHA MI GÜZEL? Kitap imzalamak bahanesiyle, seni görmek için yollara düştüm. Yorucu bir yolculuktan sonra işte geldim. Merhaba İzmir. Şöyle bir baktım...
Sabah beşti. Ben genelde böyle yaparım. Her sabah beşte kalkar ve evimin yakınındaki sahile inip, aynı bankta otururum. İnsanların dünyadan el ayak çektiği tek saat dilimi sabahın erken saatleri oluyor ve ben de bu durumu kullanıyorum. Ne zaman banka otursam, insanların olmayışı beni huzurla dolduruyor. Çünkü ne zaman bir insan görsem, hakkında fikir sahibi oluyorum. Kimi zaman iyi kimi zaman kötü hikâyeler hissediyorum.
Bugün de her zaman yaptığım gibi beşte kalktım ve sahile indim. Rutin bir gün olmayacağını hissetmiyordum. Garipti. Sahile ulaştığımda tahmin ettiğim gibi rutin bir gün olmayacağını daha çok fark etmiştim. Her gün oturduğum bankta belli ki tek oturmayacaktım. Orada bir kadın oturuyordu. Hem de karşısındaki denizi bir daha asla görmemeyi göze alacak bir kadındı. Yanına gittim ve onunla konuşmaya başladım. Adını bilmiyordum, önemli de değildi kafasındaki düşüncelerle ilgileniyordum ve o düşünceler… Değişmeliydi. Oturduğum an “merhaba” deyip, söze girdim. Merhaba cevabını aldım, sesi çok sakindi, neden sakin olduğunu biliyordum. Şu an baktığı gökyüzü ve denizden vazgeçeceği içindi bu hüzün. Konuşmaya şu şekilde devam ettik.
-Neden kendinden vazgeçeceksin?
-Dayanamıyorum.
-Neye dayanamıyorsun?
-Hayatıma.
-Neden?
-Dayanamıyorum işte.
-Zayıf mısın?
-Evet belki de. Öyleyim, akıl hastanesine yatmış insan güçlü olabilir mi?
-Olabilir. Hayatını düşün. Yazdıklarını…
-Yazdığımı nereden biliyorsun?
-İnsanları iyi tanıyorum.
-Yazdıklarım… Bilmiyorum.
-Tükenmedin. Sen bunu kendine inandırıyorsun. Kendin kendini ölüme sürüklüyorsun, hayat ne yapsın? Hissetmeyi biliyorsun, değil mi?
-Maalesef.
-Maalesef mi? Sence yaşadıklarına haksızlık etmiyor musun?
-Hayır.
-Akıl hastanesi yatma sebebin mi sorun, boşanman mı, yazman mı?
-Acılarım.
-Acı gördüğün şey sana hayatın hediyesi. Hastaneye yatmasan, yazamazdın, farklısın. Farklı olmak acı mı veriyor? Versin. Acılarınla seni sen yapıyorsun. Hayatı sen sen olabildiğin için mi bırakıp gideceksin? Git. Ama ki ruhundan kalemine üfleyen kadın. Seviyorsun ruhunu biliyorum. Sen varsan acın olduğu için varsın, iyi anlarınla varsın. Kalemine üflediğin ruhla varsın. Ruhun mu rahatsız ediyor seni, yazma. Etmiyor yazıyorsun. Bu gök yüzünden bu deryadan mı vazgeçeceksin, susma söyle? Oysa ruhun gökyüzünden daha özgür. Bedenini dünyadan yok edecek, kendinle yüzleşecek kadar korkak mısın?
Kadın susuyordu. Beyninde tüm hayatı dolaşıyordu. Kendini sorguluyordu, beyni kabul etmese de kalbinin en güzel yerindeydi kadının ruhu, sevmediği hayatıydı biliyordu ama o anlarıyla var olduğunu henüz fark etmişti. Ayağa kalktı. Nereye gidiyorsun, dedim. Bir şey söylemedi, gitti. Ama ben onun çocuğuna sarılmaya gittiğini biliyordum. Evet, kendi için, ölüm planı için buraya gelen kadın ruhunun parçasına gitti; çünkü o aslında, ruhuna aşık bir kadındı, sadece şu an bunu fark etti. Kadın gitti ve ben, her zamanki gibi tektim. İnsanlar gelene kadar da burada olacaktım. Bir ruhtan vazgeçilmesine engel olmanın huzurunu yaşıyordum. Mavi gibi bir his bu, özgür ve mutlu aynı o kadının ruhu gibi.
İrem Polat