KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
İç sesimi bastırmaya çalışsam da bazen gücüm kalmıyor, susuyorum. Ve dinliyorum sadece.
“Derdin ne?” diyorum.
“Derdim, sensin.” diyor.
“Nasıl?” diyorum.
“Neleri bastırdıysan gönlüne, ruhuna; onu sana gösteriyorum.” diyor.
Susuyorum yine. “Ben bu konuyu, bu insanı neden önemsemişim ki?” diye düşünürken, konunun iç yüzü açığa çıkıyor. Duygularım, hissettiklerim, yaşadıklarım, yaşayamadıklarım geliyor evime misafir oluyorlar. Yüzleşiyorum hepsiyle. Kendi kendimin hem doktoru hem öğretmeni oluyorum. Dize getiriyorum hepsini. Yeniliyorlar bazıları, ayağa kaldırmaya uğraşıyorum. Konuşan iç sesime diyorum ki:
” Bak, nasıl da dize geldiler?”
O da:
“Aferin.” diyor tebessüm kokan ses tonuyla. “Ama…” diyor, “Biri hariç…”
“Eee. Onun da zamanı var, yahu!” diyorum. “Yavaş yavaş iyileşiyorum.” diyorum.
“Hasta mısın ki?”
“Hayır.” diyorum. “Sadece biraz yaralıydım. Beni yaralıyken gönlü güzel ela gözlü biri buldu. Yaralarımı iyileştirdi.”
“Sahiden mi?” diyor bana.
“Tabii ki. Benim yüreğimden tuttu. Kanayan yaralarıma merhem oldu.”
“Kanıyor muydu? Ne acı…”
“Evet.” dedim. “Kalbim kırıktı, parçaları dağılmıştı her bir yana. Nasıl eskiye döner diye düşünüyordum. Kırılan vazo bile yapıştırıldığında eskisi gibi olmuyorken nasıl olacaktı bu? Mümkün müydü? İyileşir miydi?”
“İyileşmiş bak, ne güzel.”
“Evet. Hem de eskisinden de güzel oldu. Arada sızlıyor şimdi; ama bu sefer sebebi başka.”
“Nasıl başka?”
“Anlatamam ki. Yaşaman lazım.”
“Ama çok merak ederim. Biraz anlatsan.”
“Bu sefer, bu sızı beni üzmüyor; aksine sızı canımı az az yaksa da elimi koyuyorum sol yanıma ve gözümü kapatıyorum. Allah’ım diyorum, bu sızımı arttır.”
“Nasıl yani?” diyor.
“Bak dedim ya. Yaşamadan bilemezsin.”
Sessiz kalan taraf artık o oluyor.
Sabriye Aytaç Tüzüner