KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Onlar ne bilir ya? Kim şu onlar hem? Bak güzel anneciğim, hayatımızı şu kuruntularla, yersiz kasvetlerle mahvetme. Yüzüstü yatamıyorum. Hayallerim ciğerime batıyor. Hissediyorum. Yolunda olmayan bir şeyler var. Ama elimden bir şey gelmiyor. Hâlâ aynıyım. Bak güzel anneciğim. Şuradan bak ama. Saçlarım döküldü, belli olur oradan bakarsan. Çirkinliğime çirkinlikler kattım. Şu duvarın köşesinden bak en iyisi. Yok yok, oradan da olmaz anneciğim, en iyisi sen bir kuş gibi pencereden içeriye bak. Hava soğuk üşürsen ama… Sakın üşüme. Gel koynumdan bak bana. Belki bu sabah uyandığımda, kollarım yastığa sarılı kalkarım yine yataktan. Beni bir yerden izlediğini biliyorum.
Arasana beni. Söz bu sefer hemen açarım. Neredeysen gelirim. Seni üzmem hiç. Baştan başlarız istersen. Ben okula giderim. Bu sefer giderim ama. Okul diye evden çıkıp internet kafelere, oyun salonlarına gitmem. Onlar gibi, diğer çocuklar gibi okuluma giderim. Beslenme çantam boynumda, suluğumda kan gibi vişne suyu, dün gece erken yatmışım seni dinleyip, hem uykumu da almışım. Gider en ön sıraya otururum anneciğim, çalışkan çocuklar gibi. Zaman çok hızlı geçer, bunu en iyi ikimiz biliriz. Göz açıp kapayıncaya kadar okul biter. Senin istediğin gibi şehrimizin üniversitesinde hukuk fakültesini kazanırım. Bunu yaparım bak. İnanmıyor gibi gülüyorsun sanki. Nasıl gülüyorsun öyle, inanmıyor musun biricik oğluna? Neyse güzelim. İstediğin kızla bile evlenirim. Senin güzel dediğin kızlar ne bileyim işte biraz garipler ama. Olsun, sen güzel diyorsan benim göremediğim bir şeyi görüyorsundur onlarda. Mesela iyi bardak yıkıyor diye güzel olabilir bir kız. Sen öyle diyorsan öyledir anneciğim. Her şeyi senin istediğin gibi yaparım. Bir gece, beni aradığın zaman, değil kahvehanede okey masasında, Roulettenburg’da Dostoyevski’yle rulet masasında olsam bile ”Baylar bir dakika, yeryüzünün en güzel annesi beni arıyor, gitmem gerek!” derim ve çıkar yanına gelirim. Yeter ki her şeyi yeniden yaşayalım. Beni yeniden ara.
“Abartmıyor musun, oğlum Faruk.” diyor Behçet abi. Üç yıl olmuş. Nasıl olmuş bilmiyorum. Üç yıl içinde unutmak gerekiyormuş anneciğim. Ama ben unutmuyorum. Babamın boğulduğu gün, baba demek ne demek bilmezdim ben. “Baba” denildiği zaman, evimizin arka odalarından iniltiler gelirdi sanki. Litrelerce su yutmuş, tuzlu bir yüzü yalayıp dururdu beş yaşında bir çocuk. Sonra derin bir boşluk oldu. Başımı okşayan eller çok sertti, yüzümü öpen dudaklar isteksizdi. Merhamet edenlerin içlerinde onulmaz bir gaddar vardı. Artık denizler ve insanlar düşmanımdı. Herkes kötüydü. Yalnız üzüntülü eşyalarıyla evimiz ve o evde nefes alan iki insan kalmıştık. Annem vardı, babam yoktu. Zor oldu, ama beni büyüttün. Onlar hep konuştular, bize karıştılar. Yorulduk.
Onlar ne bilir anneciğim ya. Onlar olmasa mutlu olurduk bak. Onlara inat, bir şeyler yapmak zorunda olmasaydık mutlu olurduk. Onlar okudu adam oldu diye, ben okuyup adam olmadıysam ne olmuş yani? Zor oldu ama okumamış bir evladın olmasını kabul ettin. Bu ülkenin adam olamamış, sistemin çarklarına sıkışmamak için evinde gizlenen gençlere de ihtiyacı vardır belki. Hayata karışamadım, bunu kabul ettin. Her annenin yaşadığı olağan mutlulukları sana yaşatamadım, kabul ettin. Geceleri yatamadım, gündüzleri kalkamadım. Kurallara uyamadım. Hiç âşık olmadım. Zamanında yapmam gereken her şeyi yapamadım. Anneler gününü hiç kutlamadım, utandım. Bunları yapmalıydım değil mi? Onlar yapıyordu çünkü. Onlar ne bilir anneciğim ya? Onları tek başına uzak köşelere bıraksak, taklit edecekleri birileri olmasa hayatlarında, hepsi bu hayatları mı yaşardı sanki?
Her dediğimi kabul ettin. Okumayışımı, işsiz oluşumu bile kabul ettin aslında, evlenmememi bile kabul ettin. Torun sevmekten vazgeçtin. Tam şurada demiştin, şu koltukta, biraz doğrulup demiştin: “Yeter ki evinde dur, kötü yola düşme, sabahları çık gez, akşamları evine gel, beni yalnız koma.” Bu kurallara bile uyamadım. Bana kural koyma. Sen uyu. Uykun gelirse uyu. Beni arama. Ben gelince girerim eve. Anahtarım da var cebimde. Merak etme. Kahvehanedeyim anneciğim. Aptallar gibi üç kuruşuna kumar oynuyorum. Beni sakın arama, açamam belki. Ben evde yokken öleyim deme sakın, içimde bir dert kalır. Sen hep yanımda oldun, ben sen ölürken yanında olmayacaksam niye bana evladım diyeceksin canım anneciğim?
“Babam öldü gitti, yirmi beş yıl oldu Behçet Abi. Çok zor geldi. Bakıyorum, arkadaşlarıma hâlâ babaları hayatta. Benimki öleli çeyrek asır olmuş. Acaba nasıl bir duygu diyorum zaman zaman. Ama o kadar uzun süredir babam yok ki artık alıştım. Acımıyor. Annem öyle bir kadındı ki yokluğunu hissettirmedi bile. Babam oldu, annem oldu, ablam oldu, arkadaşım oldu, kardeşim oldu. Bu dünyada her şeyim oldu. Hayattaki tek varlığımdı. Hep onu mutsuz ettim. Öleli üç yıl olmuş, ama ben her gün ona sarılıp uyuyorum sanki. O gece beni aradı açmadım, açamadım.”
Şimdi geliyorum eve iki saat tantana yapacaksın. Ben sana, sus be kadın yeter, diyeceğim. Canım sıkkın ütülmüşüm yine. Biraz sert yapacağım. Sen hemen küseceksin. İki gıdıklayacağım güleceksin. Sigara kokuyorum, biraz kızacaksın. Sonra sarılıp uyuyacağız. Yani böyle olmalıydı. Ben sanıyordum, sonsuza kadar böyle olacaktı. Ben sanıyordum, dünya güzel bir yer. Anneler hiç ölmez. ”Canın sıkkın bir şey mi oldu oğulcuğum?” diyeceksin hep bana. ”Sana layık evlat olamadım anneciğim, buna üzülüyorum.” Jilet gibi çizecek gözlerimi bir sızı. ”Aman be oğlum, vardır her şeyde bir hayır; bir vali, kaymakam olsaydın, yüzlerce insanın hakkını sırtlayacaktın. Sen tembel çocuksun. Böylesi hayırlıdır belki.” deyip gülecektin. Ben sanıyordum ki bu ezberlenmiş diyalog yıllarca devam edecek. Sen hep beni teselli edecektin. ”Ağlıyorsun, bir şey mi oldu oğlum?”
“Yalan söylemek çok kötü bir şey demiştin sen, ben yalan söyledim anneciğim yine.”
”Ne yalanı söyledin?”
Yüzümü ellerine alıp bana bakacaktın, ben diyecektim: ”Babam Almanya’da dedim okulda çocuklara, onlar beni kıskansınlar diye.”
İçin acıyacaktı ama gülerek, ”Baban cennette oğlum, kimseye yalan söylemene gerek yok.”
Yolda yürürken ağlıyordum. Eve bir varsam, annem beni teselli etse. İçimden dedim ki,
”Ağlıyorum bir şey oldu.”
Basamakları çıkamadım, süründüm sanki. Elinden telefon düşmüş, uzanıyordu sonsuzluğa doğru. Denizlere, insanlara, kıraathanelere de küstüm. “Bence çok abartmıyorum da Behçet abi, annem ölmüş.”
Halis Kandemir