0

Sanatta imge duyularımızın bilinçteki izlenimlerinin yansımasıdır. İmge zihnimizde gerçekleşmesine özlem duyulan şeyler, bir uyarıcı söz konusu olmaksızın bilincimizde beliren nesneler, hayaller, imajlar ve olaylar bütünüdür.

Duyularımız kendi yapımıza göre soyut ve somut bir şekilde iç ve dış dünyamızda olan her şeyi algılarlar. Algıladığımız her şey duyularımızla birlikte, bilincimiz aracılığıyla belleğe aktarılır. Böylelikle belleğimizde oluşan izler, algılanan tüm şeylerin aynısı değildir. Az veya çok ona en yakın olan; aslının yerini alan imgelerdir.

Belleğimizdeki imgeler içten ve dıştan gelen uyarılarla harekete geçer ve bellekte iz oluşturan şeyleri çağrışımlarla dile getirirler.

İmgeler varoluş tarihimizle eş zamanlıdır. Sanatın ilkel insanlığımızın korkularından türediğini söylediğini söylemek yanlış olmaz. İlk insanlar doğa olaylarını ve doğal afetlerin anlamını çözmede zorlanmışlardır. İlk insanlığımızın bu tehlikeler karşısında vereceği tepkiler korkma, ürkme ve muazzam olarak gördüğü güçlere karşı hayranlık duyma biçiminde olmuştur.

Doğayla arasına mesafe koymamış insanoğlu ilkel tapınma sürecinde doğayı kontrol etmek için ilk önce onu taklit etmeyi denemiştir. Daha sonra doğayı kendisine uygun hâle getirme düşüncesiyle büyü olgusunu ortaya çıkarmıştır. Görünmez doğaüstü varlıkları görünür kılmak ve sunacağı kurbanları doğrudan onunla paylaşmak için put yapımına ihtiyaç duymuştur. Kabilenin en çok saygı gören üyesi tarafından yapılan totemler basit bir varlığı değil, görünmez üstün varlığın temsili imgesiydi. Bu imgeyi ilkel insanlığımız ağaca taşa kazıyarak, kaya üzerine resmederek, tören ve danslar esnasında yüzlerini üstün gördüğü varlığı memnun edecek şekilde boyayarak, dans ederek yaparlardı. İlkel insanlığımızın tüm bu eylem ve davranışları günümüz sanatının kökleridir.

Birçok sanat araştırmacısı ilkel insanlığın ortaya çıkardığı büyünün, sanatın başlangıcı olduğunu iddia ederler. Büyü ve tapınma eylemlerinde sanatı önemli bir olgu durumuna getiren ve çağlar boyunca önemli kılan bu ayinlerde kullanılan imgelerdir. Örneğin hemen her kültürde yaygın olarak görülen imgeler kedigiller ailesidir. Güney Amerika’da jaguar ve puma, Asya’da kaplan, Afrika’da Aslan olarak evrimleşen bu hayvan, gücü sayesinde hem korkulan hem de saygı duyulan doğaüstü bir konuma yerleşmiştir. Aslan imgesi hemen her kültürde yaygın bir biçimde karşımıza çıkıyor. Aslan imgesinin ilkel insanlarca taklit edilmesi ve resminin yapılması, ilkel insanlığımızın aslanın gücüne ulaşmak istediğinin dışavurumudur. Aynı mantıkla gökyüzünün temsili niteliğinde olan kartalın resmi de çizilmiştir ve gökyüzünün egemenliği temsil edilmiştir.

Tarım devrimiyle birlikte yerleşik yaşamı başlatan, kentler kuran insanlığımız bu hayvanların betimlemelerini şehrin surlarla çevrili giriş kapılarında, tapınak ve meydanlarda koruyucu unsur olarak resmetmişlerdir. Bu bakımdan Yunan tanrısı Zeus’un atribürlerinden birinin kartal olması tesadüf değildir.

Günümüzde anlamı ve işlevi bakımından anlaşılmaya çalışan mitolojik varlıklar bazen doğa dışı fiziksel özellikleriyle de eski medeniyet sanatlarında sfenks ve griffon gibi adlandırmalarla da karşımıza çıkıyorlar.

Uygarlığın geliştiği, yazının kullanılmaya başlandığı, daha karmaşık sosyal sistemlerin doğduğu çağlarda sanatın soyut temsil gücünü daha etkin görüyoruz. Antik mirası bakımından Mısır bu konuda bizlere daha fazla örnekler sunuyor. Mısır’daki ölü mumyaları önemli örnektir.

Tarihsel süreç içerisinde ilkelden modern bütün toplumlara kadar imgenin işlevi değişen şartlara göre farklılaşsa da imgenin varlığı ve temsil gücü günümüze kadar kendini korumuştur. Ancak küreselleşmeyle birlikte neoliberal politikaların dünyada yaygınlık kazanması, iletişim araçlarının gelişmesi; kültürler arası farklılıkları giderek azaltarak ortak beğenileri ve davranışları toplumlarda hâkim kıldı. Yeni sistem tarafından toplumdaki doğal ve tarihi imajlar yerini temsiliyete bırakıp, sistem tarafından yaratılan imaj ve modeller kitlelere ideal olarak lanse edildi. Ama sevinerek belirtmemiz gereken bir husus; kapitalist sistemin toplumdaki imgenin kadim köklerini henüz yok etmediğidir.

İnsanlığın arayışı ve derin kökleri sanattaki imgelerin orijinalliğini canlı tutmaya devam ediyor. Bilincimizin sürekli arayış içinde olması ve bizlerin arayış tutkusunu köklerimizi inerek sürdürmemiz, tarihten günümüze gördüğümüz ve şahit olduğumuz hemen her şeyde imgelerin yeniden yaratılmasına katkı sağlıyor.

İmgeler insanlık sürecimizin başından beri var olagelen bir olgusudur. İnsanın ilk kez gördüğü şeyi ikinci deneyimlemesinde hatırlaması, imgesel çağrışımların bir sonucudur. İmgeler insanlar için yaratıcı olmanın ilk basamağıdır. Zihnimizde ürettiğimiz imgeler, her an kullanılmak için belleğimizde depolanır. Özellikle sanatçılar için imgeler sanat eserlerinin yaratılmasında ilk koşuldur. Bu nedenle sanata imgelerin temsili diyebiliriz.

Doğal olarak geçmişin sanatının anlaşılması için imgelerin çözümlenmesi bir zorunluluktur. Bu bağlamda ister geçmişin sanatı ister şimdinin sanatında sanatsal eserler imge ile yaşatılır. Çünkü sanatta varlığın kendisi imge ile hayat bulur. Yüzyıllar boyunca tarihi kişilerin resimleri, heykelleri ve anıtları bu gayeyle yapılagelmiştir. Varlığın kaybolması bir anlamda zihnindeki imgenin kaybolması demek olduğu için tarihte yapılan çizim ve anıt eserleri bu yüzden oldukça öğreticidir.

İmge aynı zamanda modern çağımızın sanattaki iletişim dilidir. Sanatta yer alan imgelerle kültürümüzü, çevremizi algılama ve anlama gücümüz artar. Toplumsal kültürel yapıyı anlamamıza yardımcı olan imgeler, bir toplumun görsel yapısını tarif etmekle birlikte, o toplumun politik, ekonomik ve kimliksel yapısı hakkında da sanata yansıyarak bilgiler sunar.

Bilinçteki izlenimlerimizin yansımaları olan imgeler, içinde bulunduğumuz hayatı yorumlayan sanatın her alanında bir tercüman niteliğindedir.

Hangi çağda yaşanırsa yaşansın sanat imgenin aktarımında en önemli araçtır.

Heybet Akdoğan

Leave a Comment

İlgili İçerikler