SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
NERDEN ÇIKTIN SEN BÖYLE?
Çalışma odasında her zamanki hayatın devamı niteliğinde olan bir vakitte, epeydir ders çalışmakla meşguldü. Hayata dair inancını çoktan yitirmiş, en önemlisi mutsuz surat ile çevresine hiç bakmadığı anda, elinde laptop çantasıyla çalışma odasından yavaş ama emin adımlarla çıkıp asansöre geldiği anda durdu. Sol kısımda ve kalbinin olduğu noktaya düşen tarafa küçük de olsa bakış atmak isterken içeriden tanıdık bir sesin onu çağırmasıyla ayaklanıp oraya doğru adım attığı an onunla göz göze geldi. Çok kısa olan o an’a aldırış etmedi, mavi gözlü kızın selamını duymadan içerideki tanıdık seslerin sorularını yanıtlayıp onlarla oturmaya karar verdiğinde âşık olmak hiç yoktu aklında. Oturdu, yanlışlıkla gözlerine daldı gözleri. Önce anlam veremedi. Gözlerini istemsizce kaçırdı. Nefes aldı, soluklandı ve yine soluklandı. Saat epey ilerlemişken bulunduğu yerden kaçıp gitmek istemedi. Mavi gözlü kız konuşmaya devam ediyordu. O da bakmaya… İstemsizce… Daldı, kalbinin hızlı atışını fark edince ayaklandı ve odasına doğru istemeden yürüdü ve yürüdü.
Ertesi gün yine aynı noktada buluştu onunla. Ne güzel gözleri vardı ve gülüşü. En çok da sesi güzeldi. Onun sesini duyduğu o andan itibaren yüreğinden kopup giden parçalar vardı. Yanında oturan kızın ona soru sorması noktasında duraksadı.
“Nişanlı mısın?”
“Evet.” yanıtı oldukça aniden söylenen kısa bir kelime idi.
Kalbi durup pompalamayı bıraktı ve bir süre beyne gitmeyen kan akışından bayılma noktasına gelecekken gözlerini kapattı ve tekrar açtı. Nefes almaya başladığı anda gözlerine odaklandı uzun süre. Mavi ve kıpkırmızı… Ateş gibi yanan gözlerinde kendini gördüğünde kısa da olsa utandı ve suratının kızardığını hissetti. Konuşmaya devam etti onunla, kaybetmek istemedi ne gözlerini ne sesini ne de gülüşünü. Bir an için “bitti” dedi. Bir daha karşılaşmak belki de imkânsız gibi bir şeydi onun için. O gün onunla sabaha kadar oturdu. İlk defa birisi ile sabahlamıştı. İlk defa uzun uzadıya izlemişti birini. İçinden bir ses ilk değil, diye haykırdı. Duraksadı. Geçmişten gelen hatıranın izlerini sol ve sağ kolunda taşıdığı dövmede buldu. İrina, diye gülümsedi. İrina ile sabaha kadar oturmamıştı. İrina ile hiç gülmemişti. İrina ile uzun uzadıya sohbetleri olmamıştı. Peki, bu mavi gözlü kız nereden çıktı? diye sorunca uykusuz gözlerini alıp yanından ayrılırcasına odaya doğru yol aldı.
***
Yılbaşından hemen sonra marketten suyunu alıp odanın kapısını açtığında onu gördü karşısında. Her gece düşündüğü mavi gözlü kız gelmişti, hiç beklemediği zamanda. Suyunu masanın üzerine koydu, montunu çıkardı ve gözleri yine daldı onun mavi gözlerine. Konuştu, sohbet edip odasına davet etti. Koşarak gitti oraya, neden gittiğini bilmeden. Çay koydu önüne. Uzun uzadıya geçmişteki hatıralarını anlatmaya başladı. Eski sevgilileri, eski aşkları ve nişanlısı… İçi acıdı ama fark ettirmemeye çalıştı, sustu ve sustukça onu manipüle etme eylemi içerisine girmek istedi. Canı ikinci defa böyle acıyordu. Ama imkânsızdı işte. Aşkta imkânsız olanı severdi. İstemeden gülümsedi. Yanından kokusunu aldığı gibi çıkıp gitti. Bir daha görüşmem, diye ağıt yaktı. Ertesi gün yine karşılaştı onunla. Gözlerine baktı, kokusunu içine çekti, gülümseyen sesine odaklandı ve bu sefer de bitti, dedi.
Çalışma masasında oturup çalışırken hayatına kaldığı yerden devam edeceğini zannediyordu ki, telefonuna gelen mesajla henüz acı çekeceğini ve bu kadar çok seveceğini bilmiyordu. Sevinç içerisinde ona doğru koştu, adım atmadı, koştu. Heyecanla bekledi kapıda onu. Mavi gözleriyle hışımla geldi, yanında heyecandan titriyordu, gözlerine bakıyordu lakin o bunu bilmiyordu. Soğuk havaya aldırış etmeden yürüdü onunla birlikte. En güzel anlardan birisi buydu ve bu güzel an da gelip geçecekti bir gün, biliyordu işte. Duraksadı. Soğuk havanın etkisi burnunu sızlatırken ellerine odaklandı gözleri, sonra dudaklarına… Parmağında taşıdığı yüzüğe baktı ve saçma, diye söylendi.
Odasına gitti, sohbetler kaldığı yerden devam etti, içinde taşıdığı aşkın gücü daha çok alevlenmeye başladı. Sustu ve susmaya devam etmek zorunda olduğunu bildiğinden sustu. Uyumak, hiç olmak isteğini duyumsadığında yatağına yavaşça yatarak düşünmeye koyuldu onu. İrina’yı anlatmak istedi. İrina’nın hissi oydu şimdi ve o bilmiyordu. Bir yandan da korktu. Bir yandan da hayır, dedi.
Pazar günü Çınar Ağacı adındaki restoranda onunla kahve içmeye gittiği güne gitti aklı. Kararlıydı, söyleyecekti ve söylemek zorundaydı. Geçenlerde telefonda anlatmaya çalışmıştı ama o anlamamıştı ya da anlamak istememişti. Bir şeyler geveledi, o anlamadı. Bir şeyler dedi ama o yine anlamadı. Gülümsedi, kahvesini içti ve tekrar gülümsedi. Mavi gözleriyle baktı.
Günler geçti, bir gün tekrar kahve içmek için sözler verildiğinde mavi gömleğini üzerine geçirdi, yeşil montunu giydi, parfümünü sıkmadı. Onu bekledi aşağıda. İçine giydiği beyaz kazağı ve inci kolyesi ile yavaş ama emin adımlarla ona doğru geldiğinde kokusu geldi burnuna, içini çekti, gülümsedi ve hadi gidelim, dedi. Kafeye gidildiğinde önce kahve söylendi ardından çay. Çantasından sigarasını çıkardı. Küçük ama şirin elleriyle uzattı, iç dedi.
İçmedi. Sigara içmek bu zamana kadar hiç aklına gelmemişti ve bu mavi gözlü kız sigara içiyordu. İçmedi. Anlattı. Saçma ama İrina’dan bahsetti. İrina gideli uzun zaman oluyordu. Acısı geçmişken İrina’yı anlattı. Oysaki İrina’yı sevmemişti. İrina’dan nefret ettiği günler gelince aklına soluklandı. Mavi gözlü kız anlamıyordu, ona duyduğu aşkı ve sevgiyi anlamıyordu. Yine anlamamıştı. Kafeden çıkınca koluna girdi aniden. Bu his, güzeldi ama o bilmiyordu. Kolunu çekmek istedi. İnatla koluna girdi. Havanın soğuk, çekilmez zamanında nereden çıkmıştı mavi gözlü kız?
Kübra Erbayrakçı