0

VİSKİ

“Müsait bir yerde kalabilir miyim kaptan?” dedi, minibüsteki yolculardan biri. Çoğu Bursalı böyle söyler. İşin doğrusu gerçek Bursalıya rastlamak da zordur. Nüfusun yarısı Bulgar muhaciri, geri kalanı yurdun her köşesinden bir sebepten ötürü kopup gelen diğerleri. Diğerlerinden biri olan Fehmi de indi minibüsten. Üniversitede ilk senesi. Baba evinde ismi dahi geçmeyen özgürlüğün keyfini sürüyor alabildiğine. Sınavmış, dersmiş, bunlar sonraki iş. Köyünde yazları çalışır, evin neredeyse tüm angaryasını yüklenirdi. Esnemeyen kurallarıyla bütün aileye hükmeden babasının soluğu ensesindeyken bile çıkış yolu bulur, iki saat boşluk yakaladı mı kaybolurdu ortalıktan. Atlar, kasabaya gider; hiç olmadı satır köfte yer, dönerdi. Kimseye de sezdirmezdi nereye kaybolduğunu.

Bursa dediğin büyük şehir. Koza Han’a gidip miskin miskin oturarak çay içenlerle hiç işi olmaz. Çayını Tophane’den şehrin manzarasına karşı yudumluyor beyimiz. Maşallah, cüzdanı her vakit dolu. Babası ayrı harçlık gönderir, amcaları ayrı. Kimsenin birbirinden haberi yok. Harcıyor gönlünce. Bir yandan da aklı haftaya ziyaret edeceği köyünde. Hemen gitse de göz açıp kapayıncaya kadar dönse bari. Hem özlüyor hem geri geri gidiyor ayakları. Diğer yandan, öğrenci de olsa eli boş gidilmez. Köye son ziyaretinde halasının oğlu viski istemiş. Aralarında yedi yaş var ama ikizi olsa bu kadar sever. Osman abisini kıracak değil ya. Göçmen pazarında deri mont bakmaya gittiği vakit neredeyse damacana büyüklüğünde bir şişe viskiyi gözüne kestirmişti. Hazır paralar suyunu çekmemişken hesabı ödeyip soluğu Bulgar Pazarı’nda aldı. Haziran sıcağında yüzleri güneşten kavrulmuş çoğu kadın soydaşlar tezgâhları doldurmuş. Ne ararsan var. Bir milyoncu fikrinin yaratıcısı onlar değilse kimdi? Fehmi renk renk tespihlere göz gezdirdi; çoraplara, eteklere baktı bir müddet. Evdekilere götüreceği ne çok şey var burada. Elbette öncelik Osman abisinin. Hele şu viskiyi bir alsın.

Brandasız, karmakarışık pazarda meyve kasalarının üzerinde sergilenen ıvır zıvıra baka baka yürüdü. Az ileride kadınların sessizce müşteri beklediği tezgâhta buldu aradığını. Koskoca bir şişe viski, paşa çayı rengiyle göz kırptı Fehmi’ye. “Yaklaş hele, bakalım bana paran yeter mi?” Osman abisi ömründe ilk defa bir şey istemiş. Gel de alma şimdi. Az mı tutmuştu elinden? Kahvehanede ilk oraletini onun yanında içmiş, üstelik beraber maç izlemişler. Şehre ilk gidişi gene Osman abisiyle. Adını hep başkalarından duyduğu lokanta diye bir yere götürüp garsona “İki tane birer buçuk kuşbaşı getir oradan hele!” deyişini bugün gibi hatırlıyor. Gerçekten bir kuşun başını yiyeceğini düşünüp irkilmişti. Kıbrıs’ta askerlik yaptığı sene kendisine ilk kasetçalarını getiren Osman abisinden bir şişe viskiyi mi esirgeyecekti? Kadınlarla pazarlık bile etmeden hemen satın aldı. Korktuğum kadar pahalı değilmiş, diye sevinerek kucakladı.

Hemen hemen beş litre ağırlığındaki şişeyi kırıp dökmeden köye kadar götürmek işin en zor kısmı. Yeni doğmuş bebeği kundaklar gibi elbiselerinin arasına sarıp sarmaladı. Özenle ortasına yerleştirdi bavulunun. Ertesi gün yola çıkmak için her şey hazır. Öğrenci yurdunda rahat edemez diyerek akrabaların oturduğu mahallede babasının tuttuğu evi öylece bıraktı. Dönüşte anası kim bilir neler katıp yollayacak. Döküp saçtıklarını bunlarla beraber toplar yerleştiririm, düşüncesiyle gece erkenden yattı.

Otogarda bavulunu sıkı tembihler eşliğinde teslim etti muavine. Yolculuk başladı. Gözünü sevdiğinin memleketi de ne uzaktır. Yol tam tamına bir buçuk gün sürdü. Otobüste Şekerpare’yi izledi ilk defa. O nasıl güzel filmdi öyle. İlk fırsatta bir daha izleyecekti. Uykusuz geçen saatlerin ardından gün ağardığı sıra memleketine ulaştı. Çorbacıda açlığını yatıştırdıktan sonra köye giden minibüse bindi. Şoförün yanındaki koltukta türkü sesiyle eş zamanlı akıp giden kasabanın dolambaçlı yollarını seyretmek ruhuna iyi gelmişti. Memleket toprağı bu, özlenmez mi? Köy karşıdan göründüğü sıra göz kapakları uykuya direnmekte zorlanıyordu.

Bursa’dan sonra köy daha bir küçük göründü gözüne. Ayrıldığından bu yana hiçbir şey değişmemiş. Elinde bavuluyla eve gitmeden önce Osman’ı bulması lazım. Osman bilmez mi minibüs saatlerini, çoktan meydandaki kahvehaneye kurulmuş çayını yudumluyor. Görür görmez kalktı, sarıldı Fehmi’ye. Hoş geldin, beş gittin faslından sonra çaylar içildi. Sıra beklenen an’a geldi. Fehmi, viskiyi abisine nasıl teslim edeceğini daha gelmeden kafasında hesaplamış. Kimseye göstermeden evin arkasında bavulu açacak, şişeyi çıkarıp “Buyur abi,” diyecek göğsünü gere gere. Öyle kolay mı? Köyün erkencileri birer ikişer doluştu kahveye. “Vay yeğenim hoş gelmişsin!” diyen yanlarına ilişti. Onlar da hiç değişmemiş. Bir yandan Fehmi’yi lafa tutuyor diğer yandan televizyondaki belgesele bakıyorlar. Sırtlana söven mi dersin aslanı öven mi, ne ararsan var. Fehmi bunaldı. Bavulun içindekiyle eve gidemez. Osman’a verip kurtulacak ama bırakmıyorlar ki. O sırada köye gelip oy isteyen her siyasiye mavi boncuk dağıtan Seyfo göründü karşıdan. İşte kurtarıcısı gelmişti. Seçimler yaklaşmış, laf mutlaka dönüp dolaşıp siyasette son bulacak. Şimdi Seyfo’yu dolayacaklar parmaklarına. Kime oy verdiği belli değil ama kime oy vereceksin sorusuna karşılık ne diyeceği belli.

“Bizim çizgimiz nettir.” Gülüşmeler eşliğinde kalktılar. Seyfo sayesinde daha fazla alıkonulmaktan kurtulmuş köyün arka tarafındaki tenha yolu tutmuşlardı.

“Osman abi aman halam görmesin,” dedi evin bahçe duvarının önünde, “vallahi yüzüme bakmaz bir daha.” Elbiseleri sıyıra sıyıra çıkardı tombul şişeyi. Osman’ın gözler yuvasından fırladı. “Ulan bu ne!” Fehmi’nin gülüşü ağzından kulaklarına doğru yayıldı. “Abime az bile. Yarasın.” Osman hem devasa şişeye bakıp gülüyor hem Fehmi’nin sırtına vuruyordu tatlı tatlı. Akşam buluşmak üzere sözleşip ayrıldılar.

Fehmi’nin gelişiyle anasının yüzünde güller açtı. Babası elini öptürdü, sanki konuşacak başka mevzu bulamamış gibi Bursa’daki akrabaları sual etti. Özene bezene hazırlanmış kahvaltı sofrasına oturdu sonra. Ev halkı çoktan görmüş o işi, babası sedirde kahvesini yudumluyor. Yol yorgunluğu iyice çökünce izin isteyip mis kokulu yatağında derin bir uykuya daldı.

Uyandığında vakit ikindiyi bulmuştu. Aceleyle giyinip annesinin sitemli bakışları arasında çıktı, soluğu halasının evinde aldı. Sarıldı, öptü elini. Hoş beş etmek iyi de sözü uzatmasa ne güzel olacak. Falancayı gördün mü, filanca evlenmiş mi? “Sanki kapı kapı akraba gezdik Bursa’da,” diye geçirdi içinden. Daha yeni yedim demesine aldırmadan sofra kuruldu. Sıkıysa itiraz et. Bir yandan gözü Osman’da. Nihayet müsaade isteyip hava alma bahanesiyle attılar kendilerini dışarı. Kimseye sezdirmeden viskiyi kapıp soluğu damda aldılar.

O vakitler damların hepsi çatısız. Köyde evler, merdiven düzeni üst üste olduğundan diğer kuzeni Mehmetlerin ev hemen arkada balkon gibi duruyor. Hava kararmış, yıldızların altında değme keyiflerine. Önlerinde damacana büyüklüğündeki viski şişesiyle evden aşırdıkları iki bardak. Meze olarak bir tek yeşil erikle tuz var. O da kaya tuzu. Fehmi’nin, “Abi hâlimize bak, keçiler gibiyiz.” demesiyle bir kahkaha koptu karanlıkta. “Sus ulan,” dedi Osman, “milleti başımıza toplayacaksın.” Bu sırada bir elinde buz kalıbı, diğerinde bardağıyla Mehmet göründü.

“Muhabbetiniz bol olsun. Beni beklemeden mi başladınız?”

Saatler ilerledikçe damın üzerinde bardaklar tokuşturuldu, sohbet koyulaştı. Şişedeki azaldıkça kahkahalar çoğaldı. Köy yerinde hiçbir şey gizli kalmaz. Hâliyle sesi duyan bardağı kapıp gelmeye başladı. Osman’ın küçüğü, Mehmet’in büyüğü derken yukarı mahallenin yarısı damdaydı. Olsun canım, laf çıkmazdı onlardan. Yazık gariplere, bir daha nereden bulacaklardı viskiyi? İçecekleri alt tarafı iki bardak. Tuza bandıkları eriği viskiye meze yapıp sabaha kadar muhabbetin dibini buldular. Tabii şişenin de. Sallana sallana eve yollandıkları sıra herkes sebepli sebepsiz gülüyor, birbirlerine ayar veriyordu sus diye. Osman’ın kolu Fehmi’nin gururlu omzundan sarkıyor. Kimsenin de sustuğu falan yok.

Ertesi gün öğle vakti köyün bütün evlerinden aynı ses yükseliyordu. Anneler deliye dönmüş, yatağın başında dürtüp duruyorlardı hepsini. “De yeter, iş güç kaldı oğul, bu ne uykusu anlamadım ki!”

Muhittin Yoldaş

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler