ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
SEN GÖZLERİNİ KAPAT, AÇTIĞINDA BEN GELMİŞ OLACAĞIM
Bugün günlerden salı. Gerçi günlerin ne önemi var ki benim için, hepsi bir. Hatta ayları da buruşturdum, sana yazarken beğenmediğim sayfaların yanına, gırtlağına kadar dolmuş çöp tenekesine attım. Mevsimler çöp kovasının dibine çöken o iğrenç sıvının içine karışıp yok oldu. Çöp tenekesinden kıyafeti lekeli, leş kokan yepyeni bir mevsim doğdu. Hazan koydum adını. Geçen terliğin içinde kurumuş dal parçası gibi ezdiğim hamam böceğine bakar gibi baktım ona. Ayağımı yıkadığım gibi yıkadım gözlerimi ve çitiledim bakışlarımı. Yine de arındıramadım, pişmanlıklardan ibaret hatalarıma yaptığımı yaptım, gecenin en girift yaylalarına saldım.
Kum saatindeki kumlar misali nefesim ağır ve hırıltıyla süzülüyor boğazımda. Tıpkı geçen zaman gibi; yavaş, sancılı ve zaruri… Sen, dostlarım ve sevdiklerim hepiniz beni geride bırakıp gittiğinizden beri ben böyleyim. İtiraf ediyorum; cümleme “bugün günlerden salı” diyerek başlasam da günün hangi gün olduğunu bilmiyorum. Bilmem gerekiyor mu? Sanmıyorum. Günlerin, haftaların ve ayların anlamlı olması için bir sebep gerekiyor. Benim için o sebepleri siz giderken yanınızda götürdünüz. Ben de anlam yüklediğim dört a’na böldüm yılı. Adına gün hafta, ay ne dersen de, ben henüz isim koymadım. Mesela bugün sizin gittiğiniz gün. Tek sözcükten ibaret olmayan, anlamlı ve ağır bir gün. Offf… Amannn… Tamam, yine başlamayacağım. Dönüp dönüp aynı şeyleri anlatmayacağım, sizi çok özledim deyip sızlanmayacağım.
Siz gittiğinizden beri doğup büyüdüğüm topraklar bana sırtını döndü. Yabancıyım bu şehre, Şirintepe beni kucaklamıyor. Porsuk, dinlemiyor söylediklerimi. Sokaklar kendi derdinde, yüzleri asık. Bilirsin ben etkilenirim böyle şeylerden, bakışlardan ve duruşlardan keder bulaşır yüreğime. Omuzlarım da taşıyamıyor artık taşıdığı yükleri, annemin çocukken, “dik yürü kambur olacaksın,” dediği kambur belirdi sırtımda. İki büklüm adımlıyorum. Utandığımdan değil, dert solumaktan korktuğum için yürürken yere bakıyorum. Gece gündüz fark etmiyor hava hep karanlık, güneşi sizin olduğunuz rüyalarda görüyorum. Soluduğum havadan lezzet alıp hayatta olduğumu fark ediyorum. Galiba ben gözlerim açıkken kâbus görüyor, uyurken yaşıyorum.
Yıllar önce bugün sizi toprağın altına koydum. Yavrumuz papatya, anamız gül, babamız menekşe, sen nergis, ben toprak oldum.
Bana şimdilik müsaade, yoksa birazdan mezarlık bekçisi bize musallat olacak. Sen gözlerini kapat, açtığında ben gelmiş olacağım.
Serkan Uslu