SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ
Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir acı ki kaburgalarım kırılmış gibi, kalbime batıyor gibi. Kanım günden güne zifire dönüşüyor. Canım acıyor, acıyor, acıyor. Dayanamıyorum daha fazla, bir karar veriyorum. Bugün o gün. Sevdiğim adamı gömüyorum kazdığım çukura. Üzerine de her kavgada istediği eşyalarını atıyorum. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, oyun konsolu… bir de süpürge. Daha, diyor… biraz daha eşya. Şaşırıyorum. Verdiğim aşk, emek, sevgi, saygı, empati, anlayış; hepsini atıyorum üzerine. Yetmiyor. Yine bağırıyor.
Yüksek sesiyle bağıra çağıra tam olarak duyamadığım, belirsiz cümleler söylüyor. Başkası olsa mümkün değil anlayamaz, ama ben anlıyorum. Yıllardır söylediği kötü cümleler bunlar; hakaretler, ölüm tehditleri, küfürler. Bazen daha yüksek bir sesle, “Hak ediyorsun, söylediğim tüm kötü cümleleri hak ediyorsun” diyor. Ölürken bile aynı şeyleri söylüyor olmasındaki istikrara hayran kalıyorum. Şaşırmadığıma şaşırıyorum. Kulağımı tırmalayan sese aldırmadan bakıyorum yüzüne. Köpüren ağzından salyalar fışkırıyor yine. Yüzü kötü bir taklit maskesine dönüşüyor ve her yer bir anda çöp kokuyor. Burnumu kapatırken hatırlıyorum, korkmaktan korktuğum günleri. Ellerim titriyor, sonra tüm vücudum. Yaşam akıp gidiyor da ben sadece izlemekle yetiniyorum gibi. Korkmayı sevmiyorum, hayatı kaçırmayı da. Artık korkmamaya ve yaşamı yakalamaya karar veriyorum. Önümde duran çukuru tam da bu sebeple mezar yapmadım mı zaten. Şimdi benim için bir ‘o’ dan fazlası olmayan şahıs ile geçen yıllarımı düşününce kendimi daha fazla tutamıyorum, kusuyorum. Dakikalarca titreyerek kusuyorum, midemin son yeşil suyu gelene kadar. Korkumu da titrememi de bırakıyorum çukura. Derin bir nefes alıyorum. Gökyüzüne bakıyorum, bulutlu ve kapalı bir hava. Belli belirsiz yağıyor. Durgun, sanki benden bir beklentisi var gibi.
Kendime bir söz veriyorum. Usulca tekrarlıyorum cümlelerimi:
“Korkmayacağım bundan sonra, korkuya ya da korkutmaya çalışanlara boyun eğmeyeceğim. Kimse beni öldüremez, kimse beni sakat bırakamaz. Kimse onurumu, gururumu bundan daha fazla yerle bir edemez. Söz veriyorum, kim ne derse desin teslim olmayacağım mutsuzluğa. Sevmeyi bilmeyen bir adama sevmeyi öğretmek için uğraşmayacağım bir daha. Bir üçüncü sayfa haberi olmayacağım!”
Mars’tan da duyulsun isteyerek bir çığlık atıyorum. Yıllarca attığım tüm sessiz çığlıklara inat. Tüm gezegenler şahit olsun istiyorum sesime. Acılarıma, kırılmalarıma, vazgeçtiklerime, kaybettiklerime, kazandıklarıma ve gömdüklerime. Kendimi kendimden tutup çekiyorum, sarılıyorum doyasıya. Çünkü ben artık kendimi seviyorum, sayın okur. Yıllardır duyduğum “Kimse seni sevmiyor, istemiyor, sen çok kötüsün…” cümlelerine inat, ben kendimi çok seviyorum. Hatta en çok kendimi seviyorum. Tüm kadınlar da en çok kendini sevmeli önce. Çünkü değmeyen bir adamı kendinden çok sevince ya bir mezarda ya da bir cezaevinde bitiyor büyük sandığımız o aşklar. Ben şanslı olanlardanım; sonum bir linç konusu ya da bir gazete haberi olmadan önce bir karar verip bir mezar kazıyorum. Önce âşık olduğum adamı gömüyorum, şimdi de kendimi gömüyorum. Doğa, verdiğim kararı desteklercesine bir mesaj iletiyor. Tüm bulutlar dağılıyor, güneş açıyor. O da ne, bir gökkuşağı.
Derin bir nefes daha alıp kendimi de kusmuklu çukura atıyorum. Kendimle beraber, duyabileceği tüm kötü sözleri duyan kulaklarım; acıyla inleyen kalbim, kendini kurtarmak için polise bile başvuran beynim. Morluklar ve çizikler dolu bedenim. Hepsini birlikte gömüyorum: Sevdiğim adamın sevdiği beyaz eşyaları, yaşadığım kötü günler ve geceler. Ben ve kırılan tüm organlarım… aynı mezarda üzerimizin kapanmasını bekliyoruz. Onun sesi çıkmıyor. Ben bir süre hareketsiz kalıyorum. Kendimi gömmenin gururunu yaşarken, gözüme güneş vuruyor. Bir sıvı hissediyorum.
Yeniden doğuyorum. Kendimi doğuruyorum ‘Zümrüdü Anka’ gibi. Tüm acılara, tüm yaşananlara, tüm katledilenlere büyük bir selam veriyorum. Bırakıyorum kendimi toprağa, çoktan tüketilip yere atılmış bir tohum gibi. Yeniden var oluyorum. Bugün o gün. Geçmişi, sevdiğimi, kendimi gömdüğüm gün. Ve bugün doğduğum gün. Yeniden olduğum gün. Gözlerimden akan yaşlara dokunmadan, her doğan gibi ağlayarak; güneşi selamlayarak kendi doğumumu yaşıyorum. Kulağımda Nazım’ın şiiri:
“Şimdiden çekilecek acısı bunun.
Duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya.
Yaşadım diyebilmen için.”
Tüm kadınların var oluşunu ve yaşamını kutluyorum. Dünya beşiğine bırakıyorum kendimi bir bebek gibi.
Ayşenur Aysel