SEVDA YORGUNU Sevda sana başka ağır Bana başka ağır Dallarındayız Başka başka hayatların Açmayan kuruyan Mevsimler sana başka Bana başka Dallarındayız Kuruyan ömürlerin Bir...
ADINI SEN KOY
Gözlerimi utangaçlığımdan sağa ve sola çevirdiğimde
etraftaki insanlara bakmayı da ihmal etmedim.
Bütün muhafazakâr sevgililerin doluştuğu mekânda
karşımda tüm güzelliği ve
mavi gözleriyle öyle bir bakıyordu ki!
Âşık olmasaydım hatırım kalırdı.
O şarkı çalıyordu. Hani Melih Kibar’ın bestesini yaptığı, Çiğdem Talu’nun sözlerini yazdığı şarkı vardı ya! Ha işte, o şarkı çalıyordu oturduğum masada. Onu beklemekteydim. Heyecandan ölecekmişim hissiyatını yüreğimde duyumsamaktayken, ölmeden önce son defa onu görmek için geldiğim “Şehr’i Kahve”de, bomboş masanın eksik parçalı yerinde oturmakla meşgulken içimden bütün duaları okuduğum anda karşımda boş duran sandalyeye geçip selam vermeden yüzüme baktı mavi gözleriyle. Konuşmaya başlamadan önce uzun uzadıya gözlerine daldım. Sanki konuşsa susmak bilmeyecekmiş gibi bir heyecan vardı yüzünde. Oysaki anlattıklarında ne ben vardım ne de benimle ilgi kurabileceğini düşündüğüm hayallerin dili. Sadece lakırdı sözlerle eski sevdiklerinden söz açıyor ve eski kırıklarını anlatırken hepsini nasıl çok sevdiğinden bahsediyordu. Kıskandım onu. Biraz da hikâyelerinde benim olmayışımı gördüğümden olsa gerek sinirden kudurdum desem yeridir. Garson masaya yaklaşmaya başladığı andan itibaren bir oh çektim içimden. Radyoda çalan şarkının da rengi değişince olur olmayacak anda gülümsemeye koyuldum. İki menengiç söylemeyi aklımızdan geçirmişiz. İkimiz aynı anda “Menengiç.” deyip siparişimizi verdikten sonra Sezen Aksu’nun sesini duyumsadım yakınlardan gelen bir yerden. “Ben sende tutuklu kaldım” şarkısı hiç olmayacak duyguları kalbime anımsattı. Lafına kaldığı yerden devam ederken hâlâ eski sevgilisini anlatıyordu bana. “Meğer ne çok sevmiş!” dedim içimden. Sesli bir şekilde bağırmak istesem de sustum. Ona sıcak duygularla bakmaya devam ettim. Sarılma duygusu da terk etmiyordu ki beni! Anlayacak diye ödüm kopsa da kahveler ışık hızıyla geldiğinde ikinci defa “Oh!” çektim. Gözleriyle öyle bir bakıyordu ki! Âşık olmasaydım hatırım kalırdı.
Önce gözlerinin içine bakmamak için gözlerimi aşağılarda gezdirirken kahvemi içip de dilim yanınca “Sıcakmış.” dedim, sessiz ama bir o kadar içten. Ve sustu. Kahvesini içmeye koyuldu. Bana sıcak gelen kahvenin nasıl olup da ona sıcak gelmediği düşüncesini bir kenara bırakıp ben de âşık olduklarımı sırasıyla anlatmaya başlayayım, diye düşündüm. Ve aklımda maziden iki kişi belirdi. İki kişiye âşık olmuştum. İkisiyle de yaşadığım deneyimleri anlattığımda gözlerimin içine uzun uzadıya baktı. Bu sefer de öpme isteği uyandı ruhumda. Şarkıdan uçuşan notalar dans etmeye başladılar gözümün önünde. Utangaçlıktan gözlerimi sağa sola çevirdiğimde etraftaki insanlara bakmayı da ihmal etmedim. Bütün muhafazakâr sevgililerin doluştuğu mekânda tüm güzelliğiyle karşımda oturuyordu. Gözleri mavi, elleri incecikti. Zayıf vücudu ve alımlı giyimiyle ortama meydan okuyordu. Roman gibi bir dili vardı ve bu dil nedensiz bir şekilde hoşuma gidiyordu. Elimi eline değdirdim utanmadan ve sevecenlikle. Sıcak bir gülümseme ile karşıladı. Kelimeler sustu. Gözlerimiz konuşurken notaların en güçlü sesi kulaklarımda çınladı. Mekândaki herkes konuşmayı bıraktı, şarkılar konuşmaya başladı. Garson masadaki biten menengiçleri sessiz ve bir o kadar küçük adımlarla alırken hiçbir şey demeden yanımızdan uzaklaştı. İnsanlar birer birer mekânı terk ettiğinde bedenim oturduğumuz masaya yapışmış olsa da elini bırakmadan susmaya devam ettim. Masadan emin adımlarla kalktı. Benim müdahale etmeme fırsat vermeden adisyon fişini alıp hızlıca kasaya doğru yöneldi. Hesabı mor cüzdanından çıkardığı kartla ödeyiverdi. Mor rengi çok severdi. Bu yüzden telefon kılıfı, cüzdanı, boynunda taşıdığı kolyenin rengi mordu. Çiçekleri mor severdi mesela. Ama ben ona hiç mor bir çiçek almamıştım.
Masaya döndüğünde Onno Tunç ve Sezen Aksu’nun ortaklığından doğan bir şarkı çalıyordu. Zamanın durmasını dilediğim bir andı ama hesabı ödemesine çok kızdığım için epey söylendim. Dalga geçer gibi bir sesle elini omzuma koydu: “Hadi gidiyoruz, geç oldu.” dedi. “Şehr-i Kahve” kapanacaktı. Erzurum soğuktu ve Erzurum’da kışın çok kar yağardı. Eriyen karların üzerine yine kar yağardı. Güneş açardı, karlar erirdi ve yine kar yağardı. Ona duyduğum aşk ise hiç erimedi. Sevgim kalbimin tam orta yerinde dururken durağa doğru yürüdük; hem konuşarak hem de susarak.
Hızlı yürüyüşü ile sürekli beni arkada bırakmayı başardığından kaygan zeminde yalnız başıma mücadele ettiğimi fark edince usulca elini uzattı. Tuttum elini. Bu tutuş, ikinci tutuştu ve o an midemde uçuşan kelebekler konuşmaya başladılar. Bilim adamlarına göre kelebeklerin midede uçuşması gibi sıra dışı olaylar gerçekliği yansıtmıyordu. Halt etmiş o bilim adamları! Uçuyorlar işte! Hissediyorum kalbimin en kuytu köşesinde. Bir hışımla elimi bırakıp durağa yaklaşan otobüse doğru koşmaya başladı. Arkasından koşmadım, baktım ve bu bakış uzun bir bakıştı. Otobüse bindi ve gözden yavaşça kaybolmaya başladı. Gözlerim giden otobüse kilitlenmişken hüzünlü yüz ifadesiyle gökten düşen kar taneciklerini ruhumda hissettim. Üşüdüm. Üşürken kulağıma o şarkı fısıldandı. Şarkının sözleri kelimelere döküldüğünde şu kelimeler çıkıverdi ağzımdan:
“Farz edelim küçücük bir oyundu, oynayalım bu oyunu. Tahmin edemedim sonunu, adını artık sen koy.”
Gitmişti. Turkuaz mı yoksa mavi mi olduğu belirsiz otobüse binip bir kuş misali gitmişti. Hava soğuktu ve Erzurum’da kış soğuk geçerdi. Karanlıkta sokakları sarhoşlar basmıştı. Küçük çocuklar ellerinde birer torba ile para dileniyordu. Kestaneciler dükkânlarını kapatıyorlardı. Bense olduğum yerde durmaya devam ediyordum. Yanımdan geçen bütün insanlar omzuma dokunuyordu. Cebimden sigara paketini çıkardım, içinden bir dal alıp diğer cebime koyduğum çakmağı da ortaya çıkarınca bir güzel sigaramı yakıp ağzıma aldım. Freud’a göre öpüşme isteği uyanan kişiler sigara içerdi. Ben de efkârdan içmeye koyulmuştum. Gitmişti. Saat geç olmuştu ve gitmişti. Gün kararmış ve yatma vakti gelmişti. Ama o gitmişti. Geride elleri kalmıştı. Omzuma dokunduğu, elimde hissettiğim elleri. Sigaram bitince ben de bir adım atıp yürümeye kaldığım yerden yalnız devam ettim. Ellerim montumun ceplerinde, sigara paketim cebimde, kulağımda çalan Melih Kibar’ın bestesini yaptığı, Çiğdem Talu’nun sözünü yazdığı o şarkı ile.
Kübra Erbayrakçı