SEVDA YORGUNU Sevda sana başka ağır Bana başka ağır Dallarındayız Başka başka hayatların Açmayan kuruyan Mevsimler sana başka Bana başka Dallarındayız Kuruyan ömürlerin Bir...
DÜŞÜNME
“Gösteririm ben ona,” diye sıçradı birden. Yanından gelip geçenlerin seslerini duyuyordu. Çocuklar haline bakıp söyleniyordu.
“Anne bak nasıl da kıpırdıyor.”
“Evet oğlum.”
Kaldırımda olmak bir garipti. Her zaman atlayıp zıpladığı coşkusunu atamadığı yerde değildi. Etrafına bakınca dar bir alanda olduğunu fark ediyordu sürekli. Bir türlü anlayamamıştı sahipliğin ne olduğunu. Çünkü yanındaki adam bir yandan sigarasını tüttürürken bir yandan da konuşuyordu. “Benim derdim hiç bitmez,” diyordu. Düşündü, derdi neydi ki bu kişinin? “Mecbur muyum ben onu çekmeye?” Sonra baktı, onun da derdi aynıydı. Sigarasından bir fırt çekip sormaya devam etti. “Sanki evli olsaydım başka olurdu. Bir de çocuğum olsaydı. Sadece elli yaşındayım bundan sonra olmaz mı? Aman boş ver hiçbir şeyin sahibi olmamak daha güzel ama yine de şu geçen çocuklardan biri…”
Onu dinlerken zıplamaya çalışmıştım. Ama olmuyordu. Özgürlüğüm öyle kısıtlanıyordu ki bu alanda gücüm yetmiyordu yaşamımı yeniden tasarlamaya. Olacak olanı beklemekten başka bir çarem yok muydu? Oysa aitliği yaşamadan önce ne rahattım. Ucu bucağı olmayan bir yerde duruyordum.
Sanki yaşam sınırına dayanmış kalabalıklara bir şeyler anlatıyordu. “Ben mi anlamıyorum acaba?” dedi. Baksana hâlâ kıpırdayıp duruyorum. Bağırıyorum, “gösteririm ben ona” diyorum. Sanki alacaklı gibiyim. Yanımda duran adam ise daha zor durumda. Ona aitim ama bu bir şey ifade etmiyor. “Ne zaman yaşayacaksın be adam?” diyorum. Hayıflanıyor, “Keşke olsaydı, niye böyle yalnızım?” Sonra bana dönüp bakıyor. “Ben de seninle aynıyım.” diyorum. Sadece derdimi anlatamıyorum. Sanki beni duymuş gibi konuşuyorum. “Ama kimse anlamıyor.” diyor. Benim dilim yok, söyleyemiyorum. “Bu kadar mı olur be adam?” Anlamıyorsun ait olmak yaşamı kısıtlar. Ama siz yapamazsınız, birine bir şeye tapınmadan. O duygu yok mu sizi bağlıyor bir şeylere, bir yerlere. Sonra kaybedince üzülüyorsunuz. Ama nereye kadar? Bak! Gelip geçiyorlar yanımdan. Ne seni duyuyorlar ne beni. Hepsinin bir alacağı var oysa. Benim senden alacağım daha fazla. “Niye?” diye soruyorsun. Bak! Benim sınırımı aşıyorsun. Şu anda hopluyorum olmuyor, gücüm yetmiyor. Çünkü aslında görüyorum. Bazen hep bir sınır var sanki ama senin sınırların ne? Belki bunu bilmiyorsun.
Kaldırım sanki eski gücünü kazanmıştı. Öğlene doğru buhar yükselmeye başlamıştı üzerinden. Hızlı hızlı geçenler başımı döndürmüştü. Atlayıp çırpınmak işe yaramıyordu. Kimse görmüyordu artık beni. Hızlanmıştı geçenler, kalabalıkların bir derdi vardı. Çocukları çekiştiren anne babalar söylene söylene yürüyordu. Ait olduğum yerde değildim. Ama yanımdaki de bir yerlere bağlanmak istiyordu. Oysa özgürlük daha iyi değil mi? Belki insan bilmiyordu anlamını. Yaşamı bir sorgulasaydı öğrenecekti diğerini. Ama ne gam şurada duruyorum deminden beri düşünüyorum. Alanım daralınca başladım sorgulamaya. Ama sonuca varamadım henüz “Belki sen,” dedi. “Yanındakine konuşabiliyorsun, anlatabilirsin derdini birine.” Öyle ya “Derdini söylemeyen derman bulamaz,” derler. Ama yanında yürüyenler iyice hızlanmıştı. Kimse duymuyordu onun kendi kendine konuşmasını.
Kaldırımdan buhar yükseliyordu hâlâ. Birazdan kovayı alıp gidecekti “Eyvah!” dedi birden, “ben ne yapacağım” diye düşündü. Sıkışıp kaldım burada bir yandan oltaya takılan diğerleri de geliyordu. Yanımda onları görünce iyice üzülüyordum. “Bir çocuk çıksa da beni denize atsa” diyordum. Kimse duymuyordu beni. Kalabalıklar artmıştı. Belki insan düşünse kendini bulabilirdi. Sınırlar neydi? “Benim yaşadıklarımı kimse bilmiyor,” demişti yanındaki oltacı gibi. Oysa okyanusta olsaydım. Şimdi kimse önüme geçemezdi. Kim durdurabilirdi ki beni? Yanımdakine “Hey!” diyorum. “Hey! Bir baksana! Senin alanın çok dar, görmüyorsun dünyayı.” Ama yardım edemeyecektim ona. Çünkü kendisi görmeliydi. Eve gidince bir tavanın içinde…“Ay! Düşünemiyorum,” deyip yeniden atladı. Olmadı bazen de olmuyordu işte. “Çok sızlamasın için!” dedi. Belki duyar hayat. Böyle, bazen sızlanma, bazen gülüşme… Deminden beri hiç gülmemişti. Bir çocuk geldi sonra “Anne bak bir balık!” dedi. Annesi “Evet oğlum.” demişti. Tutuklu kalmış akşam yemeğine. Sonunda oltacı durdu ve çocuğa bakıp güldü. Ha! İşte böyle kaptır kendini bazen yaşamın kendisine. Düşünme aman sen de…
Nurhayat Kayar