SAATİ Saati soruyorsanız Saat: 8:45’dir Zaman da aslında büyük bir boşluk gibidir Biz bir vakitler mavi gökyüzüne şöyle bir bakıyor, bu bir rüya mı...
Öğlen.
Kırmızı ayakkabılı kadın ayakları kaldırım boyu hafif adımlarla gidiyor… gidiyor… gidiyor… Yere koyulmuş keman kutusunun önünde duruyor. Keman kutusunun içine bir-iki kuruş atılıyor ve oradaki kuruşlara dokunarak ses salıyor.
Kırmızı ayakkabılı ayaklar kaldırım boyu adımlarını atmaya devam ediyor… birini kaldırıyor, diğerini koyuyor… Birini kaldırıyor, diğerini koyuyor… Ve ara sokaklardan birine saparak, gözden kayboluyor.
Mağazadan hırsızlık yaparak arka kapıdan sokağa çıkan iki kafası maskeli adam yolun karşısındaki ara sokaktan çıkarak kaldırım başındaki çöp tenekelerine doğru telaşla koşuyorlar…koşuyorlar…koşuyorlar… Çöp tenekelerine varınca duruyorlar. Arkalarındaki ağzına kadar doldurulmuş olan çantalarına yere bırakıyorlar. Hırsızlar ellerindeki oyuncak tabancaları, giyinmiş oldukları yağmurluklarını ve kafalarına taktıkları siyah maskeleri alelacele çıkarıyor ve çöp tenekelerine atıyorlar, arkasınca da çöp tenekesinin çelik kapağını kapıyorlar ve kapak ses salıyor. Hırsızlar yere bırakmış oldukları sırt çantalarını alıp gitmek isterlerken karşı kaldırımda oturmuş olan kemancının onlara doğru baktığını fark ediyorlar. Hırsızlar oldukları yerde dona kalıyorlar, önce ikisi de karşı kaldırımdaki yaşlı adama, sonra da bir-birlerine bakıyorlar, sanki her iki adamın aklından aynı anda aynı şeyler geçiyor. Her ikisi çaresiz bir halde başlarını sallayarak, ortadaki tanığı aradan kaldırmak için akılarına gelen ilk düşünceyi onaylıyorlar.
Hırsızlar kaldırımın yukarısına doğru koşmaya devam ediyorlar. Koşuyorlar… koşuyorlar…
Yaşlı adam kemanını çenesinin altına yaslayarak, kafasını azıcık arkaya çekiyor, gözlerini kapıyor ve sağ elindeki arşeyi kemanın tellerine sürterek çıkardığı hazin ve kederli melodiyi boş ve tenha sokağa dolduruyor. Hatta karşısındaki keman kutusunun içindeki kuruşların azlığı da onun içindeki aşkı öldürmüyor. Yaşlı adam düşünceli-düşünceli arşeyi kemanın tellerine dokunduruyor… dokunduruyor… dokunduruyor… ve aniden…
Yaşlı kemancının ensesine indirilen ağır darbenin etkisinden bilincini kaybetti. Elindeki keman bir tarafa, arşe ise başka bir tarafa yuvarlandı. Adamın bacağı keman kutusuna dokununca, kutu çevriliyor ve kuruşlar yerde yuvarlanıp dağılıyor… Her biri bir tarafa yuvalanıyor…
Hırsızlar sağa-sola bakınıyorlar. Adamlardan biri elinde tuttuğu enli siyah yapıştırıcı bantla yaşlı kemancının ağzına yapıştırıyor, diğer adam siyah poşeti kemancının kafasına geçiriyor. Hırsılardan biri adamın kollarını arkadan bağlıyor, diğeriyse ayaklarından tutarak arka sokaklardan birine, iki apartmanın arasına doğru götürüyorlar. Eski bir kırmızı otomobilin bagajını açarak yaşlı adamı bir çuval gibi onun içine atıyorlar. Hırsızlardan biri yere düşmüş
kemanı alıp getiriyor ve yaşlı adamın üzerine atıyor ve bagajı kapıyor. Hırsızlar otomobile biniyorlar ve araba dar, arka sokağa hafif dumanlaştırarak gözden kayboluyor…
Akşam.
Hırsızlar yaşlı kemancıyı bir evin bodrum katına getirmişlerdi. Odanın bir kenarına atılmış sandalyeye oturtmuşlardı ve kollarını sandalyenin arkasına iple sıkı-sıkı bağlamışlardı. Yaşlı kemancının siyah poşet giydirilmiş kafası yana taraf halsiz bir şekilde düşmüştü.
Hırsızlar yukarıdaki odadaydılar. Bir-birileriyle kızgın bir şekilde tartışıyorlardı. Onlar tartışmaya devam ettikçe ellerini ve kollarını adayla hareket ettiriyorlardı. Onların karşılarındaki masanın üzerinde gerçek tabanca vardı ve tanığı öldürmek için bir-birini mecbur ediyorlardı. Hiç biri tabancaya elini uzatıp yaşlı kemancının yanına gitmeğe cüret etmiyordu, ama ikisi de hapiste hayatlarını heba etmemek için yaşlı adamı öldürmek zorunda olduklarını biliyorlardı. Nihayet, sonunda yazı-tura oynamak kararına geliyorlar.
Hırsızlardan iri-yarı olanı cebinden bir kuruş çıkardı, havaya doğru attı ve kuruş havada bir az kalktı ve yere düştü, yuvarlandı… yuvarlandı… yuvarlandı… Adamlar kuruşun arkasınca gittiler ve onun durduğu yerde yazı yoksa tura mı geleceğine heyecanla, nefeslerini tutarak baktılar. Kuruş sanki hırsızlara inat, kör kemancının şansına yuvarlandıkça yuvarlandı… fırladı… ve sonunda tura geldi. Hırsızlardan iri-yarı olanı yerinden sevinçle fırladı. Heyecandan tuttuğu nefesini bıraktı. Sevinçten arkadaşına sarıldı ev onu öptü. Masanın üzerindeki tabancayı alıp büyük bir içtenlikle ve gururla arkadaşına uzattı.
Hırsız çaresiz bir şekilde tabancayı arkadaşından aldı ve ağır adımlarla kapıya doğru gitti, kapıyı açtı ve odadan dışarıya çıktı. Eski ahşap döşemeli merdiven basamaklarını aşağıya indi. Durdu ve yaşlı adama baktı. Yaşlı adam kafasındaki siyah poşeti çıkarmakla uğraşıyordu, ama ağzında yapıştırıcı bant olduğundan bağıramıyordu ve sadece iniltisi duyuluyordu.
Hırsız onun önünde durduğu zaman yaşlı kemancı adamın ayak seslerini duydu ve siyah poşeti kafasından çıkarmak için sarf ettiği çabasını daha da artırdı, oturduğu yerde belli-belirsiz hareketler etmeğe başladı, sandalyeden yıkılmak üzereydi. Hırsız yaşlı kemancıya birkaç adım yaklaştı ve ona acıyarak baktıktan sonra kafasındaki siyah poşeti çıkardı. Yaşlı adam göz kapaklarını geniş açarak inliyordu ve sanki bir şeyler söylemeğe çalışıyordu.
Hırsız yaşlı adamın yüzüne uzun süre bakamdı. Tabancayı adamın kafasına dayadı ve birkaç adım geriye çekildi. Yaşlı kemancıyı vurmaya hazırlandı. Tüm cesaretini topladı… topladı.. topladı…ama eli tetiğin üzerinde titriyordu. Hırsız yaşlı adamın onu odaklanmış göz bebeklerine bakmamaya çalışıyordu. Onun zamanla dökülmüş saçlarına, kalın kaşlarına, beyazlamış sakalına ve yanağına akan bir damla gözyaşına bakmamaya gayret ediyordu. Hırsız bir daha kendini toparladı, yüzünü yana çevirdi ve gözlerini sımsıkı yumdu…yumdu… yumdu…ve aniden tetiğin üzerindeki ürkek parmağını yumdu ve açtı. Silah sesi bodrum katının tenhalığına yayıldı.
Hırsız nefesi kesilmiş bir vaziyette gözlerini açtı. Elindeki tabanca yere düştü. Yavaş-yavaş, beli de korkarak yüzünü yaşlı kemancıya taraf çevirdi. Yaşlı adam hala yaşıyordu. Sandalyesinde donup kalmıştı ve gözlerinden akan yaşlar artık yapıştırıcı bandın üzerinden akıyordu.
Hırsız nefesi kesilmiş bir halde yaşlı adama baktı… baktı… ve sonra aklında ne geçirdiyse silahı yerden alıp yaşlı adama yaklaştı, siyah poşeti alıp adamın kafasına geçirdi. Birkaç kere derin soluk aldı ve kendini bir katil olmaya hazırladı. Geriye doğru adım attı, tabancayı yaşlı adama doğrultu… Adamın elleri titredi. Tabancayı iki elle tuttu, dişlerini kenetledi, gözlerini kıstı ve tetiğin üzerindeki parmağını yumdu. Ateş sesi ve barut kokusu bodrum katına yayıldı.
Yaşlı kemancının halden düşmüş kafası öne-arkaya gidip-geldi ve sinesine düştü. Adamın kafasındaki siyah poşet önce kan oldu ve sonra kan damlaları yere dökülmeğe başladı. Damladı… damladı… damladı…
Hırsız nefesini tutarak, sarsılmış bir vaziyette karşısındaki ölüme bakıyordu.
Ateş sesini yukarı odadan duyup gelen diğer iri-yarı hırsız bodrum katına girdiğinde aniden yerinde donup kaldı. Arkadaşına yaklaştı, tabancayı onun elinden aldı ve kolundan tutarak sarsılmış adamı duvara doğru taşıdı. Yaşlı kemancı gözlerini belirsiz bir noktaya odaklamış, bakıyordu. Adamlar duvarın bir köşesine yaslanarak oturdular ve ölmüş, yaşlı kemancıya acıyarak baktılar. Yaşlı kemancının kafasında yere akan kan küçük bir deliğe doğru akıyordu… akıyordu… akıyordu…
Gece. Ay ışığı…
Hırsızlar arabanı gölün kıyısında sakladılar. Oldukça karamsar görünüyorlardı. Onlar arabadan indiler, bagajı açtılar ve beyaz bir parçaya büktükleri ölünün başından ve ayağından tutarak dışarıya çıkardılar. Gölün kıyısındaki kayalığın üzerine çıktılar ve ölüyü hafif yelleyerek çok uzaklara, kamışlığın arasına attılar.
Hırsılar hemen arabaya döndüler ve araba havaya duman bırakarak gitti… gitti…gitti…
Sabah.
Hırsızlar otomobili iki apartmanın arasına soktular. Otomobilden düştüler. Soygun yaptıkları mağazanın giriş kapısına taraf kendinden emin adımlarla gittiler. Hırsızlardan biri yerde bir kuruş gördü ve hemen onu aldı. Yerden bulduğu kuruşa bir çocuk gibi sevinen hırsız, hemen kuruşu iri-yarı, sanki elektrikli sandalyede oturmuş gibi bakan arkadaşının gözleri önünde adayla gösterdi ve ceketinin cebine koydu.
Aniden hırsızlar gözlerine takılan manzaradan sarsıldılar, yerlerinde donup kaldılar. Kaldırımda, yaşlı kemancının yerinde çok zayıf, üst-başı kirli olan küçük bir kız çocuğu oturmuştu, keman kutusunu kalbine sıkmıştı ve hazin-hazin ağlıyordu.
Yerden kuruş bulan hırsız tüm cesaretini toplayarak küçük kız çocuğuna yaklaştı. Adam yerden bulduğu kuruşu kızın ovucuna koydu. Kız kuruşu kızgın bir halde sokağın ortasına attı.
Hırsız kızın karşısında çömelerek onunla yüz-yüze, aynı hizada dayandı;
-Neden ağlıyorsun?
Kız içini çekerek cevap verdi.
-Dedemi istiyorum. Dedemi… Gece eve gelmedi.
Hırsız;
-Senin deden kim?
-Herkes ona ‘kör kemancı’ diyordu. Hep burada otururdu. Başka hiç bir yere gitmezdi…
Hırsız ayağa kalktı. Önce diğer arkadaşıyla bakıştılar ve sonra da kıza baktılar. Sanki ölüm sehpasına çıkacaklarmış gibi ayaklarını yere zorla basarak yürüdüler ve yolun karşısındaki kaldırıma geçtiler. Ama küçük kız çocuğunun sesi hala kulaklarına çınlıyordu. ‘Kör kemancı… ‘Kör kemancı… Kör kemancı…’, Hırsızlar korkulu ruhlardan kaçıyormuş gibi kulaklarını tutup.
Vusal Nuru