0

Askerden döndükten sonra birkaç yıl pazarcılık yaptı Cemal. Soğuk ve yağmurlu günleri saymazsa işinden de memnundu. Ama istediği kızın ailesi pek hoşnut olmayınca farklı bir meslek arayışına girdi. Kul sıkışınca yetişirmiş Hızır. Kasaba meydanındaki Manav İsmail dükkânı devredecek diye bir haber çalındı kulağına. Üç kızını da evlendirdi İsmail. Dükkânı kiraya verip köye dönecek dediler. Adamın yanına bir çay içmeye uğrarım, hem de sorarım nedir istediği diye gittiği gün tokalaştılar.

“Bak aslanım. Herkes bir dükkân tutunca oldubitti sanır bu işleri. Tamam, iyi bir yer bulmak en önemlisi ama bir de alt yapısı var bu işin.” dedi Manav İsmail kutlama çaylarını içerken.

“Merak etme sen İsmail amca. Halde herkesi tanırım. Meyvenin tazesinden, hormonlusundan anlarım,” diye heyecanla araya girdi Cemal.

“O dediklerin dükkânı tutmaktan da kolay be oğlum. En tatlı karpuzu aldın, en sulu limonu seçtin diyelim; elin kolun da tutuyor elbet, dizdin hepsini tezgâha, parlattın domatesleri, ıslattın marulları. Eee… Sonra?”

Huzursuz kıpırdandı Cemal oturduğu yerde. Birazdan süpermarketlere bağlar konuyu. Ulan sanki kasabayı küresel güçler ele geçirmiş, dört duvarı sekiz rafı olan bir market açıldı diye tüm esnaf ağlıyor. Hepsinin ağzında sakız! Artık kimse eti kasaptan, sebzeyi manavdan almazmış. Adamlar paketlenmiş ekmek bile satıyormuş. Senin beşe verdiğini onlar üçe veriyormuş. Mevsimi olmayan meyveleri bile bulup getiriyormuş.

Cebinden çıkardığı paketi önce Cemal’e uzattı.

“Sağ ol amca kullanmıyorum,”

Yaktığı Uzun Samsun’dan bir nefes aldıktan sonra kaldığı yerden devam etti İsmail.

“Tanıyacaksın oğlum. Müşterinin nabzını tutacaksın!”

“Eee, biz de onu yapıyoruz ya İsmail amca. Pazarcı adam bilmez mi müşterinin nabzını…” dedi kendine güvenen bir sesle Cemal.

“Bilir. Bilir elbet. Bilmez mi! Ama pazarla manavın müşterisi başka be aslanım! Asıl bunu bilir mi?”

Keyfinin kaçtığını belli etmemeye çalıştı Cemal.

“Haklısın İsmail amca.”

İlla büyüklük taslayacak. Nesi varmış pazarcılığın, çok şükür namerde el açmadık ya. Yağmur, kar demedik, her hafta it gibi çalıştık. Dükkân tuttuk diye geldiğimiz yeri de unutacak değiliz. İlk iş manavın tabelasını değiştireceğim. Bunun iki katı bir tabela en havalısından… Renk renk harflerle “PAZARCI CEMAL’İN YERİ” yazdırmayanın yüzüne tükürsünler!

“Haklıyım elbet, haklıyım da. Neden haklıyım hele sen onu söyle.”

“…”

“Bak aslanım. Dükkânı tuttun. Malı aldın yığdın. Eee sonra… Kimse gelmezse? Bir gelen bir daha gelmezse… Gelip sorup sorup giderse… Eee ondan sonra? Sen gel dinle İsmail amcanı. Bak ben ne anlatacağım sana. Önce gelenin ayağını bağlayacaksın dükkâna. Nasıl atacağım düğümü dersen. Tanıyacaksın. Tanımadığı şeye bağlanır mı insan? Sen onları tanıyacaksın, onlar seni tanıyacak.”

Dibine geldiği sigarasını yere atıp ayakkabısının burnu ile ezdi.

“Bak şu karşı kaldırımdan geçen Dul Emine. Her hafta gelir bir sap sarımsak, bir kilo patlıcan, yarım kilo sivri biber alır. Domatesi mevsimi ise alır yoksa konserve kullanır. Kocasının en sevdiği yemekmiş patlıcan musakka, her hafta yapar mutlaka. Bak bizim berber Rüstem’i bilirsin sen. On senedir çocuğu olmaz. Doktorlar tiroidi var demiş avradına. Üç güne bir gelir, bir demet dereotu alır. Sabahları aç karnına yesin, iyi gelir demişler ona. Sen üç güne bir ayıracaksın dereotunu ama o sormadan vermeyeceksin. Bir kusur görür kendinde, yüksünür sonra. Tanıyacaksın aslanım. Tanıyacaksın ki kimin ne derdi var, kim neye ihtiyaç duyar anlayacaksın. Muzu çok getirmeyeceksin mesela. Bileceksin bir kaymakamın hanımı alır her hafta, bir de cumartesileri gelen oynak Fatma. Onlara yetecek kadar getireceksin. Fatma’nın gelişini sokağın başında ayakkabı tıkırtısını duyunca anlayacaksın. Kaymakamın hanımını boynundaki ipek eşarbından, yılan derisi cüzdanından tanıyacaksın. Tanıyacaksın ki kime nasıl konuşulur, kime ne satılır anlayacaksın. Bak Komünist Recep uğrar ara sıra; patates, soğandan başka bir şey almaz. Onun torbasına bu da bizden olsun diye bir elma koyacaksın mesela. Bilsin senin dayanışmadan yana olduğunu. Bilsin ki konuşmasın hakkında orada burada. Bekçi Hüsnü geldi mi onun torbasına iki elma koyacaksın. Koyacaksın ki bilsin senin kesenin ağzının açık olduğunu, kollasın dükkânını yokluğunda. Zabıta Fehmi Bey geldi mi elmanın yanına iki de muz koyacaksın mutlaka. Koyacaksın ki o daha iyi bilsin senin kesenin ağzını.”

Yorulmuş gibi soluklandı ihtiyar İsmail. Cemal bir çay daha söyleyecekken kalktı yerinden. Ceketinin iç cebinden çıkardığı anahtarı ona uzattı.

“Hadi hayırlı olsun Cemal’im”

Adamın ani kalkışı Cemal’de bir mahcubiyet yarattı.

Çok mu belli ettik ya adama sıkıldığımızı.

“Birer çay daha içseydik İsmail amca.”

“Ziyade olsun aslanım yine uğrarım yanına.”

“Oturuyorduk ne güzel. Otur biraz daha Allah aşkına. Şu kahvenin önündeki adamı da anlatsana… Oturduğumuzdan beri bakıyor bu tarafa.”

“Lüzumsuz Kazım deriz ona,” dedi ihtiyar bıyık altından gülerek. “ Yanına gelir konuşursa onu kendin tanırsın zaten …”

Tam arkasını dönüp gidecekken geri döndü. Yere eğilip az önce söndürdüğü izmariti alıp dükkân kapısındaki çöp kutusuna attı.

“Dükkânın önünü de temiz bırakmak gerek tabii. Aslan yatağından belli olur Cemal’im.” dedi gülerek.

Pazarcı Cemal’in Yeri’ne ilk açıldığı hafta kimse gelmedi. İkinci hafta ilk gelen önceden de tanıdığı berber Rüstem’di. Cemal tezgâhtan bir sap dereotu aldığı sırada eline, Rüstem bir kilo yeşil erik istedi. Bu mevsimde zor bulunur diyecekken, adam karısının aş erdiğini söyleyip dereotu almadan gitti. Aynı haftanın cumartesi günü tezgâha gelen gençten bir kadın bir kilo muz istedi. Kadının işveli sesinden Oynak Fatma olduğu düşüncesine kapılan Cemal poşeti uzatırken özellikle eline değdi. Kadın, diğer elindeki yılan derisi cüzdanı kafasına indirdiğinde kendine geldi. Hakkında orada burada konuşmuş olacak ki dükkâna yaşlıdan bir kadın dışında başka kadın müşteri gelmedi. Yaşlı kadın patlıcan, biber ve sarımsak siparişini verince Cemal yaptı jestini. Poşetin içine bir tane de elma attı.

“ Musakkanın üstüne iyi gider. Afiyet olsun bey amcaya!” dedi.

Uzattığı poşeti almadan ağlayarak uzaklaşan kadının tavrına bir anlam veremedi o gün. Neyse ki onun arkasından gelen Bekçi Hüsnü’den Dul Emine’nin kocasının birkaç yıl önce elma yerken kabuğu boğazında kaldığı için öldüğünü öğrendi. Duyduklarından fazla etkilenmiş olacak ki Bekçi Hüsnü’nün torbasını ikramsız verdi. Kesenin ağzından pek memnun kalmayan bekçi belli ki üstlerine durumu rapor etti. Birkaç gün sonra dükkâna gelen Zabıta Fehmi sebepsiz yere Cemal’e yüklü bir para cezası kesti. Zabıtaya ödediği parayı gören Komünist Recep durumu yanlış yorumlamış olacak ki Pazarcı Cemal’in tabelasının altına ‘Yardakçı Cemal’ yazdı bir gece vakti.

Yardakçı Cemal’in manavına uzun süre kimse gelip gitmedi. Bir cuma günü dükkânın önünde otururken gördü Cemal karşı kaldırımda kendini izleyen adamı. Yüzü tanıdık gibi geldi ama hatırlayamadı nerede gördüğünü. Cemal’in bakışından cesaret alan adam yanına geldi.

“ Kolay gelsin hemşerim. Bir sorum olacaktı sana.” diye söze girdi.

Soru sormaya da gelse gelmiş kapıma diye düşündü Cemal sevindi.

“ Buyur ağabey,”

“ Nanoteknoloji nedir bilir misin?”

“ Nasıl ağabey?”

“ Nanoteknoloji diyorum. Nanoteknoloji nedir bilir misin?”

“ Af buyur vallahi bilemedim.”

“ Bilmesen de olur zaten ben de bilmiyorum.” dedi adam gülerek.

Dönüp karşı kaldırıma geçeceği sırada seslendi Cemal arkasından;

“Kazım ağabey! Kazım değil mi adın? Vallahi tanıdım seni! Buyur bir çayımı iç.”

Gözde Hayırlı Çalık

Leave a Comment

İlgili İçerikler