Yeryüzünün gökyüzüne eş olduğu bir dönemde, karanlığın gündüze egemenlik kurduğu zamanlarda yaşayan aidiyeti bilmeden sahipliği isteyen ve her şeyi almak olarak gören bir ruh...
İstanbul’da oturuyorduk. Babamın Eminönü Postanesinde memur olması dolayısı ile ailece oraya yerleşmiştik. Zaman zaman anneannem de bir aylığına yanımıza geliyordu. Biz de...
Kuşku: Gecenin tütsüsüdür Giyindim kuytunun hırkasını El değmemiş yerlerim uykuda Geceye kapandım, nergis süzgündü ve biraz ölüm oyuklarda İzimi aradım: Hangi falın görüntüsüydüm Göğü...
Günahkâr bir kalbin isyankâr sokağında, Sır gibi dilime düştü gözlerin. Sanki bir umut idi bu son durakta, Gel der gibi yüzüme baktı gözlerin. Ebabiller inmiş bu gece...
Hikâyelerimiz ne zaman başlar, ne zaman biter? Doğduğumuzda mı, yaşarken mi yoksa öldükten sonra mı? Filler Ölüme Yalnız Gider, başlangıcına ve bitimine sınır konmamış...
(Tabanca sesiyle uyandığında gece yarısıydı. Tek el silah sesi duymuş, korku ile anne ve babasının yattığı odaya koşmuştu. Kırmızı gece lambasının loş aydınlığında...
İzafiyet teorisi Ve Yaşamın öz kütlesi Kaldırma kuvveti kadarınca Acıların merkezinde Kutuplaşan sade umut Her haliyle hayal Dünya sade Yerçekimi karanfil değil Parçalandıkça yürekler...
Kahraman anlatıcım yine radyoda en güzel parçalarını benim için çalıyor. İçim içime sığmıyor; kuş oluyor uçuyorum sanki. Bulutların üstünde koşuyorum müzik notalarına basa basa....
Bir hayvan gibi soluyup Bir hayvan gibi saklayarak azı dişlerimde cesareti Henüz dumanı bile soğumamış Geçip giden gemilerin boşluklarında bir keder gibi: “Bu deniz...
Sirderya kıyılarında Kırıldım Kırıntıları kaldı hüznün Yıldızlar...