ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
Yaşamını en mahrem arkadaşından bile saklardı. Biz ki onun bu sırrına edepsizlik arzuhaliyle yanıt verircesine her akşam garsonun veremli kızının karşısında, gecenin ayazında, sokak çocuğunun tam yattığı yerin yanı başında onu geçmişiyle sorgulardık. “Tahi” diye seslenen çoktu bu ucube köşede ona. Bense her daim lakabının anlamını merak eder lakin sıkılgan bu adama sormazdım. Daha çok tam değil yarım kalmış bir kelime gibi duruyordu bu lakap. Tıpkı sırtındaki yarım kamburu gibi yarımca bir kelime…
Yemeğini çirkin kadınların bulunduğu bir pansiyonda herkesten evvel yerdi. Biz içeri girince onu elinde kahve fincanıyla bir köşede düşünür bulurduk. Mahalli gazeteyi keyif ve hüzün arasında bir halle okur, bazen dar omuzlarını arkaya esnetip güya rahatlamış bir tavır takınırdı çevresine. Bu hareketin onu rahatlatmadığını, yüzündeki düşünceyi saklamaya yetmediğini Hasan’ın onu görmeme engel olan vazo kafasından dahi görürdüm. Biz selam verirsek alır; selam vermezsek, bir şey demeden gelip otururdu. Ya Yunan ya da Ermeni’ydi ama sıcaktı. Bizim dostluğumuzda bile yıllardır hissedilmeyen bir sıcaklık kondururdu masamıza her oturuşunda.
Kapıda bir ayaz vakti yine yanımıza geldi oturdu. Canı sıkkın sanki derdini anlatmak istiyor lakin hafif çekiniyor biraz da umursamaz gibi görünüyordu. O geldiğinde üzerimizden ataletimi atıp kahverengi çivit gözlerini derhal incelemeye koyuldum. Kafasını mavice masa örtüsünden kaldırmadan:
―Kadın sever mi? dedi.
Önce şaşırdık Adnan’la. Sonra Hüseyin’in psikoloji bilgisine güvenip ona döndürdük kafamızı ama onda da çıt yok. Kendisi bizi konuşmaya mecbur bırakmadan devam etti.
―Bir kadın. Sürekli görüyorum onu Mercedes bir araba içinde bana gülümsüyor, gittiğim kahvehanenin kapısından geçiyor hem de her akşam aynı saatte. O an bakıyorum öyle güzel öyle dokunulmayacak bir tene sahip ki dudağının kenarındaki ben öyle sevilesi duruyor ki içimi kıpırdatıyor bu kadın. Sonra senelerdir yolumu ayırmadığım şehrin burjuva muhitinden bir yöne gidince masama gelip benimle sohbet ediyor. Sesi güzel fakat bu sefer suratına bakılmaz cinsten. Oysaki aynı kadın. Kadın işte. Kadın değişir mi ki birader? Kendimce diyorum ki ortamın loş ışığı gözüme vuruyor yahut uyku bastırıyor deyip türlü düşüncelerle o beyaz yüzlü kadını geri getirmek için gözümü kırpıp duruyorum ama boşa, yok işte
Şaşkın bakıyorum. Belki de çekindiğim adamı bu kadar uzun konuşurken ilk kez görüşümden dolayı bu şaşkınlık. O an sessizliği Vedat bozuyor
―Abi ya, aynı kadın mı bu? Hem çirkin hem güzel olur mu insan? Gözün benzetiyor olmasın.
Vedat’ın soru sormasına seviniyor, onu dinlediğimizin onayını alıyor ama gereksiz bir soru olduğunu yüzünden hissettiriyordu
―Yahu, aynı. Pis mahallelerde güzel çıkıyor karşıma, mevkisi yüksek yerlerde çirkin… Sadece kıyafet değil yüz çirkinliği bu. Evrim geçiriyor diyeceğim utanmasam. Davranışları da değişiyor ama ses tonu aynı. Çıldırtmaya ant içmiş beni sanki.
―Evlenmeyi mi düşlersin bu hatunla? Öyle ya ciddi olmasan gelip anlatmazsın.
Bu kısa beyin hüneri gösterisi yapan Talat’tı. Kendisine beyni hiç dokunmayan ama başkalarına dokundurmaya bayılan bir âdemoğlu.
―Ciddiyim, diyor. Benim kambur adam.
O gece geç saatte kadar oturduk. Sonra kalktım, eve gittim. Hatice ile Serap yatmışlardır diye düşünürken kapılarını aralık görünce haliyle konuşmalarını da duydum.
―Nasıl kandırıyoruz ama Hatice? Sabah yanına gidip sanki hasret kalmışım gibi melül melül baktım garibana. Sandı ki aşığım, kavruluyorum.
―Güldürme beni. Hele akşam kemanlar çalarken o naif şarkıda at gibi güldüğümü görünce kızarıp bozardı. Sanırsın itibar delisi, yat kat sahibi.
―Bize de eğlence oluyor vallahi.
―Dikkat et de abim görmesin. Derimizi yüzer.
―Asıl sen dikkat et geceleri çıkan sensin. Bizim kambur da abimin takıldığı kahvehane de oluyor bazen. Gözünü seveyim ele verme bizi.
―Serap be ne dert edersin? Canımız sıkılmış bir basit adamla alay etmişiz çok mu? Hem seni benden daha güzel buluyor bak. Eminim benim çirkinliğini konuşur dururdur.
―Ne olmuş çirkinsen? Güzel bir ikizin var basit adamlara oyun ettiğin, sırtın yere gelir mi?
Duyduklarım karşısında kulaklarım alev atıyor, düşecek gibi oluyor midem de bir bulantı hissediyordum. Duvarlardan tutuna tutuna evden çıktım. Kambur adam bir yerlere dalmış, kahveden herkes çıkıp gitmiş o ise kapanmasını bekler gibi oturuyordu. O an içimden gördüğün kadın benim yere batasıca ikiz kardeşlerim. Hatice’nin çirkinlikten yüzüne bakılmaz, Serap ise ona nispetten ay gibidir. Sana oyun etmişler diyerek ona sarılıp ayaklarını öpmek, kamburuna sarılıp af dilemek istiyordum. Yapamadım, parmak izlerimi kahvenin sararmış camında bırakıp kimsesizliğin lambalarının yandığı sokağa doğru koştum, nefessiz kalana dek…
Ayşe Asrın Yılmaz