ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
Foto muhabiri Kemal yazı işlerindeki odanın kapısından içeri girdiğinde, Pınar, internette çiçeklerin diliyle ilgili bir araştırma yapıyordu. “Beyaz gül sadakat, kırmızı gül aşk, sarı gül arkadaşlık, pembe gül zarafet…”
Kemal, bilgisayarın yanındaki elmaya uzanırken:
– Sana haberlerim var, dedi. Elmayı elinin içinde zıplatmaya başladı. Başkası olsa çoktan terslemişti ya, ona karşı bir zaafı vardı genç kadının.
-Hayırdır yine ne haberlerin var bakalım? dedi sessizce.
-Patron Halfeti’ye gitmemizi istiyor.
-İkimizin mi?
-Evet ikimizin.
Uzun zamandır böyle bir fırsat arayan Kemal’in heyecanı gözlerinden okunuyordu. Arkadaşının evli olduğunu bilmese belki Pınar için de iyi bir fırsat olabilirdi bu. Yine de,
-Harika bir haber! demekten alıkoyamadı kendini.
İstediği yanıtı almış olmanın verdiği mutlulukla coşan Kemal elindeki elmayı yemeye başladı.
– Sende mi rejim yapıyorsun, dedi Pınar gülerek.
-Doğru ya bu senin öğle yemeğindi!
Kemal kendini affettirmek istercesine :
-Hadi dışarı çıkıyoruz. Bugün yemekler benden, dedi.
Ertesi gün uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Halfeti’deydiler. Tekne Fırat’ın mavi sularında yol alırken iki arkadaş üç bin yıllık bir büyünün içine doğru ilerliyordu. Doğrusu bu kadarını beklemiyordu Pınar. Fıstık bahçeleri, kayalara oyulmuş mağaralar, su altından belli belirsiz seçilen mezar taşları, evler, okullar gördükçe heyecanlanıyor, Kemal’le birbirlerine gösteriyorlardı. Pınar “İyi ki gelmişim” diye düşündü içinden.
Kemal önünden geçtikleri Rumkalesi’nin ihtişamını ballandıra ballandıra anlatıp duvarlarındaki taa o eski savaşlardan kalan kırık okları gösterirken Pınar, onu hayranlıkla seyrediyordu. Bir tarafı Kemal’e olan duygularını kontrol edememekten korkarken bir tarafı anın tadını çıkartmasını söylüyordu.
Derme çatma bir iskeleye yanaşıp kıyıya çıktılar. Kıyıda salaş bir çay bahçesine oturup çaylarını yudumlarken “Sana bir sürprizim var” dedi Kemal. “Seni Fato Ana’ya götüreceğim.” İyici meraklanmıştı genç kadın.
-O da kim? Diye sordu.
-Siyah gülleri merak etmiyor muydun? İşte onları yetiştiren bir kadın. Şu tepedeki evde yalnız yaşıyormuş.
Siyah güllerin dünyada bir tek Fırat kenarında yetiştiğini, başka yere dikildiğinde çiçeğinin renginin değiştiğini biliyordu Pınar. Birçok söylence okumuştu onun hakkında ama hiç canlı olarak görmemişti.
-Demek nesli tükenmemiş ha. Ben barajla birlikte gül bahçeleri de sular altında kaldı, artık üretilmiyor diye biliyordum.
-Birazdan öğreneceğiz, dedi Kemal.
Bir alemdi bu çocuk. Onu yine şaşırtmayı başarmıştı. Daha fazla sevmekten korkarak “Onu bunun için seviyorum işte” dedi içinden.
Çayları içer içmez yola koyuldular. Dar sokaklardan yukarı doğru yürürken Fato Ana’yı ve siyah gülleri düşünüyordu Pınar. Bir zamanlar çocukların koşturduğu o daracık sokaklar, şimdi bomboş olduğu için otlarla kaplanmıştı. Kemal, Pınarın yürümekte zorlandığını görerek kolunu uzattı. Yanındaki adamın sıcaklığını hisseden Pınar’ın yüzü kızarır gibi oldu. Utancını silmek istercesine elini yüzüne doğru sallayıp:
– Off, çok sıcak! diye yakındı.
-Geldik işte, dedi Kemal. Üç tarafı kapalı, üstü tonoz yapılı evin Fırat’a bakan eyvanına girdiklerinde Fato Ana karşıladı onları.
-Hoşgelmişsiz. Buyurun, dedi bütün sıcaklığıyla.
Hiç de Pınarın hayal ettiği gibi bir kadın değildi. Şalvarı, çiçekli bluzunun üstüne giydiği siyah yeleği ile sıradan bir Halfetili’ydi işte. Bu sıcak karşılamadan memnun, hayalindeki o simsiyah yas kıyafetleri içindeki kadını göremediği için hayal kırıklığı içindeydi. Belli ki yörenin diğer insanları gibi o da turist ağırlamaya alışkındı. Onlara nane-maydanozlu, bol narlı bir salatanın yanında haşhaş kebabı ikram etti. Kahveleri içerken:
-Neden buradan ayrılmadınız, diye sordu Pınar. Fato Ana, bakır bilezikli koluyla Fırat’ı gösteriyordu. Köyün aşağı mahalleleri, camisinin yarısı, mezarlığı, sular altındaydı. Zamanın içinde donup kalmışlar sanki.
-Ben gözümü açmış burayı görmüşüm. Anamın, babamın, beyimin mezarı aha oradadır. Nasıl giderim? Ben buradan ayrılırsam ölürüm kızım. Kemal kadının hüzünlendiğini görerek konuyu değiştirdi:
-Biz siyah güller için gelmiştik Fato Ana. Sizin hala yetiştirdiğinizi duyduk.
Fato Ana önde onlar arkada, gül bahçesine doğru yürüdüler. Bahçeye vardıklarında Pınar şaşkınlık içindeydi. “Efsane doğruymuş demek ki” diye mırıldanmaktan alıkoyamadı kendini.
O simsiyah tomurcuk güllerden kesip misafirlere uzattı Fato Ana.
-Bizim burada “Arap Gelini” derler buna. Arap kızları yaban ele gelin gidince utancından kızarırmış derler, bu da Fırat’ın toprağından başka yerde rengini değiştirir, kızıla döner.
Kemal Fato Ana’nın verdiği siyah gülleri Pınara uzattı.
-Bunlar senin.
Bir yanda türkuaz mavisiyle Fırat, bir yanda güneş rengi Halfeti evleri, yokuş aşağı inerlerken Kemal hayranlıkla evleri göstererek :“Görüyor musun, hepsi güneşi görecek şekilde yapılmışlar” diyor. Pınar, “siyah gül: veda” diye tamamlıyor çiçeklerin dili listesini.
Mehmet ŞEN