Kırılgan umutlar üstünedir yeminler Hayaller, kurşun yağmurları altında… Zaman geçtikçe Bedeni saran pişmanlık, Tozpembe akşamların Çakırkeyif sevdaları… Gün gelir Kırağı yağar çam...
Kırılgan umutlar üstünedir yeminler Hayaller, kurşun yağmurları altında… Zaman geçtikçe Bedeni saran pişmanlık, Tozpembe akşamların Çakırkeyif sevdaları… Gün gelir Kırağı yağar çam...
Kemoterapiden hemen sonra, dış ve iç kapılar kapatıldı. Havalandırma bir aygıta bağlandı. Normal hasta odası, bir günde nakil odasına dönüştürüldü. Asiye de steril...
“Etrafın sarıldı. Teslim ol! Hiçbir yere kaçamazsın. Telsim olman için sana beş dakika süre tanıyorum.” Polis megafonundan yankılanan bu alüminyum ses, gizlendiği metruk...
Birinin gözleri öbürüne fitil olunca Biriler çakarken çakmağı diğeri meydanlarda ıslanır Öylesine kolaydır aslında Birikip nara atmak yıldızlardan sarkarken Sen gelinciğin gözüne sürmesin...
Büyük beyaz bulutların gökyüzünde sıralandıkları ve renkli uçurtmaların çocuklar tarafından kanatlandırıldığı mayıs ayındaydık. Benim için mayıs, kendince güzellikleri olan başlı başına bir mevsim...
Otobüs, sonbaharın renk cümbüşüne durmuş dağlarının arasından geçiyordu. Manzara, usta bir ressamın elinden çıkmış, kusursuz bir tabloyu andırıyordu. Ne çok zaman olmuştu bu...
Feryatları duyulmayan, ahvalleri bilinmeyen mekân sahiplerinin asude yaşantılarına ortaklık edecek en yeni komşusu olacak genç; flu tüller gerisindeki sevdiklerinin siyah gözlüklerle perdeledikleri nemli...
Resim çeken kadına, “Shaqiqa” dedim. Öyle utandım ki! Elimi yüzüme kapattım, ama parmaklarımı araladım: “Lkn limadha?” Kadın gülüverdi. Sahici mi, bilemem, “Taerif altturkia.”...
Otuz beş yaşıma yeni girmiştim. Mahalleli “Evde kalmış kız kurusu” diyorlardı arkamdan… Annem “Sana değildir kızım… Daha yaşın ne başın ne! Seni doğurduğum...
Deniz kıyılarından Yüksek kaldırımlara Rüzgarın savurduğu Garip bir köy çocuğu Otlaklar arasında Kaybolurken boyunca Sevmek kaderindeymiş Saksıda tomurcuğu Kararır koca yürek Kalmaz...