KARA VAGON İkindi güneşinin bulutların arkasına saklanıp, gökyüzünün kızıllığı solmaya yüz tuttuğu saatlerde fabrikanın düdüğü çalmaya başlardı. Kuşlar kanatlarını çırparak havalanır, fabrikadan çıkan insanlar...
Oğlu ve torunları ile aynı evde yaşamasına rağmen başka dünyaların insanıydılar. Kaldığı oda ile oğlunun odası karşı karşıya olsa da aralarındaki mesafe uzun yıllar kadardı. Sofra kurulur ona kimse gel demezdi. Herkes karnını doyurduktan sonra evin gelini aklına gelirse biraz yemek artığı götürür. Yaşlı kadın bunu büyük bir lütuf olarak görür. Sesini çıkarmaz kendine verileni yer. Tabağını yıkar ayrı bir rafa koyar. Sonra tekrar odasına gidip yalnızlığına gömülürdü.
Nem kokan, duvarlarının boyaları dökülmüş, penceresinin camları iyice kirlenmiş oda onun perişan halinin resmiydi. Uyandığında vakit erkendi ve ev halkı hala uyuyordu. Uzun uykuya yatın emi diye söylendi. Duvarda asılı poşetteki ekmekten bir parça aldı. Akşam yarım bıraktığı bardaktaki su ile ekmeği yumuşatıp yedi. Neme lazım mutfağa gitse biri de onu mutfakta görse çocuk gibi azar işitirdi buna şimdi hiç gerek yoktu. Evde kimse olmadığı zamanlar bile mutfağa korkarak gider bir şeyler yiyecek olsa bunu anlamasınlar diye özen gösterirdi. Üzerinden hiç çıkarmadığı eski yamalı elbiseleri artık kokuyordu. şişe dibi gibi gözlüklerini taktı. Siyah bir poşet aldı. Plastik ayakkabısını giydi evden çıktı. Dul kadın maaşını bankadan çekecek sonra her zaman gittiği lokantaya gidecek. Orada bir köşede kimseyi rahatsız etmeden güzelce yemek yedikten sonra köye dönecekti. Çamurlu patika yolda yeni yürümeyi öğrenen bir çocuk gibi yavaş yürüyerek gitti durağa. Farkında değildi ayakkabıları çamur içinde kaldı. Minibüste yanına kimse oturmadı. Bunun sebebini biliyordu. İstemezdi elbet böyle olmasını gençken olduğu gibi bakımlı olmak isterdi. Ne yazık ki hayırlı evlat yetiştiremediği için hayatının son dönemini acı içinde yaşıyordu.
Minibüs şehre varınca herkes indi yaşlı kadın en son aracın sağına soluna tutunarak indi. Bankanın yerini biliyordu. Yavaş adımlarla yürüdü bankaya gitti. Banka müdürü bu yaşlı kadından diğer müşteriler rahatsız olmasın diye talimat vermişti. Bu yüzden güvenlik görevlisi hemen sıra alıp yaşlı kadının maaşını çekmesini sonrada bankadan gitmesini sağladı. Yaşlı kadın parasını beline bağladığı bir çıkına koyup doğru lokantaya gitti. Üç ayda bir de olsa iyi bir yemek yiyip midesine bayram ettirmek onun da hakkıydı. Lokantaya vardığında onu garson kapıda karşıladı. Aslında sigara içmeye çıkmıştı. Yaşlı kadını görünce de ona hürmet etti. Yaşlı kadın içeri geçince de of be kokuyor gene diye mırıldandı. Yaşlı kadın insanların kendi hakkında kötü şeyler söylediğini biliyor ama duymadığı ya da işine gelmediği için aldırmıyordu. Garson yaşlı kadına her zaman yediği için İskender kebap ayran ve kabak tatlısı getirdi. Yaşlı kadın yemek önüne konunca güldü. Ağzında ki üç beş tane diş ile zor da olsa yemeğini yedi. Lavaboya gidip elini bile yıkamadan kasaya gidip borcunu ödeyip. Kasiyer parayı alırken tiksindi. Yaşlı kadın. Durağa doğru yürümeye başladı.
Eczanenin yanından geçerken şuradan biraz gribin alayım şimdi köyde bakkala gitmek zor olur dedi kendi kendine. Eczaneye girdi selam verdi. insanlar ona baktı ama selamını almadıkları gibi duydukları kötü kokudan da rahatsız oldular. Eczanede sıra olduğu için yaşlı kadın gözüne kestirdiği bir sandalye oturdu. Yaşlı kadın değneğini koltuğunun altına koyup beklerken kendinden tiksinen bu insanlara içinden sanki siz yaşlanınca benim gibi olmayacaksınız diye sitem etti. Öyle değil miydi gerçekten günümüzde kaç evlat vardı annesi yada babasına bakan. Zaten yaşlılara evlatları baksa huzur evi denen ve huzurun tersi bile olmayan kuru ruhsuz evlere ne gerek olurdu. Yaşlı denen insanlar torunlarının sevgisi ile mutlu olurlardı. Bu son söylediğine kendi bile güldü. Kendi torunları ile arası hiç de iyi değildi. Derin bir of çekti. O sırada eczacı kız, “teyze sen ne istiyorsun?” diye sordu. Yaşlı kadın “kızım bana yirmi tane gribin ver” dedi. Ama eczacı kızın kendinden rahatsız olduğunu kalın camlı gözlükleriyle gördü. “Ölsem!” dedi “ölsem de şu yalancı dünya benden kurtulsa.” Gene kendi dünyasına dalmış beklerken içeri giren düzgün giyimli biri yaşlı kadının o eski elbiseli, yırtık ayakkabılarından taşan kirli çoraplarını gördü. Haline acıdı yaşlı kadının kucağına para bıraktı. Yaşlı kadın ne olduğunu anlamadı adam ise yaşlı kadının parayı az bulduğunu düşünerek biraz daha para verdi. yaşlı kadın dayanamayıp evladım bana neden para verdin diye sordu. Adam teyze sen dilenci değil misin diye sordu. Yaşlı kadın bu soruya cevap vermedi adamda durmadı yürüdü. Yaşlıydı çirkindi aynaya küstüğü yıllar olmuştu. Elleri titriyor çok sık hasta oluyor ve yüzü buruş buruştu ama dilenci değildi. Peki o zaman neden ona para vermişti adamın biri.
Kafasında ki düşünceler eczacı kızın teyze ilaçların hazır demesiyle dağıldı. İlaçları alırken kızım ben dilenciye benziyor muyum diye sordu. Kız yaşlı kadının bir an önce eczaneden gidip müşterileri rahatsız etmesin diye cevap vermedi. Ama yaşlı kadının oğlum, zengin oğlum senin anneni dilenci sanıyorlar ya sana yazıklar olsun dediğini duydu.
Yusuf YILMAZ