0

Ayaz bir kış akşamında şehrin göğe en yakın yerinde sise gömülmüş hayalini izliyorum şehrin göz bebeklerinden… Gözlerinden gözlerime perde perde akarken mazi ansızın hayalime bir sahne olup çakılıyor yarınımdan bugünüme. Kulağımda taze gelin ninnileri her şeye inat mırıldanmaya devam ederken, minarelerden ulu bir nida yükseliyor sislerin üstünden. O davudi ses ile hayalin de gözlerin de siliniyor birer birer usulca.

Siste kaybolan bu mübarek şehir gibi sen de kayboluyorsun şimdi.
Bir tek sana mübarek kıldığım ve seni aziz bildiğim gözlerimden.
Bildiklerimi unutuyorum yavaş yavaş, ezberlerimin zaten çoğu silikti.
Bir ben kaldım ve benden geriye kalanlar kaldı bu bende de.
Sonra takvimler ocakta kaldı, mevsimler geçse de hava hep ayaz, gecelerim hep sisli kaldı. Acının soğuttuğu yüreklerin akşamları daha soğuk oluyor Anne.
Kandilin ne zaman söneceği belli olmayan gecelerde kanaması ne zaman dinecek?
Belli olmayan yaralarım var şimdilerde.
Ölümün soğukluğu ile hançer kesilmiş yüreğimde, ölümle ölümsüzleşmiş mekânları hatırlıyorum her daim.
Önce ayağının soğuğunu kalbimin atışlarında hissediyorum.
Son kez dokunup sonsuzluğa uğurladığım ayaklarının soğuğunu…
Öpememenin hasreti kaldı, yarınlara bir ah gibi.
Ahlarım dağ oldu şimdi gidişinle…
Ve ben o yüklerle yaşamaya mecburum.
Ve sen yoksun şimdi yanımda.
Yokluğun bitip varlığın başladığı ilk yerdesin ruhların seyreylediği o mekândasın Anne…
Ve ben, sisli tepelerin ardında soğuk bir beden, soğuk bir yürek ile yirmi beş yaşında yalnız bir mezar başındayım.

Ömrün, en güzel baharı ilkbaharda düşen çiğ tanesi gibi buz kesti aniden.
İçimdeki çetin kışı, uçsuz bir vadinin yamacında açan küçük bir kardelen yener mi bilinmez.
Bir bildiğim vardı yalnız…
Yeneceği bir günün mutlak geleceği ümidi ile umut denen sevdamızı bir kuşun kanadında yıldızlara miras bırakmıştık vakti evvelde.
Oysa şimdilerde yıldızlarımız sönük ve yorgun.
Gökyüzü daha karanlık kalpler daha hırçın.
Vardı bir yanılmışlık sonradan fark ettik…
Fark etmeden yanlış yalnızlıklara terk etmiştik ibresi kırık baharları

Anladım bütün küskünlükler gelmeyen o eşsiz nevbahara.
Kimimiz sahralarda suya hasret kum taneleri gibi adeta beklemekte baharı.
Kimimiz beklemekten çoktan yorulmuş, bitik bir aşkın eşiğinde her şeyini yarınlara ertelemiş gibi…
Kimimiz yetim bir çocuğun bayram sabahını bekleyişi gibi ümitsizce…
Ne gelecek bahar ne gidecek kış, hiçbir şey değiştirmeyecek artık.
Bir bahar gelecek umudu ile beklerken, ani gidişler yaşarız ansızın nereye uğradığımızı hangi durakta ineceğimizi bilmeden; bir gidiş alametine bineriz.
Lakin bazen gidişin değil, gidenin hayretine varırız.
Yalnız ve sessiz kendi iç çığlığının sağırı olduğun bir durakta bulursun kendini o hayret ile… Geceler daha yorgun olur, başın yastıkta değil taşta rahat bulur misal.
Misal sevdalar kara bir delik gibi yorar gönlünü.
Ki zaten yoktur, artık başında esen deli rüzgâr, gönlünde açan kara sevdalar.
Dünyanın süsü sönmüştür aniden o gidişle…
Gece olunca sanki gün doğmayacak, güneş ışınlarını dağıtınca sanki bir daha toplamayacak gibi bir aldanış içine girersin.
Günler uzun bir hikâye gibi akarken aldanışlarda terk eder ruhunu usulca.
En büyük aldanış ruhunu teslim ettiğin putlar olur…
Tek nefeslik bir can ile yaşarken sanki kâinata yaşam nefesini sen üflüyor gibi yaşarsın.
Sana emanet verilen tek bir nefes en büyük putun olur mesela.
Sonra bir gün aniden kesilen nefes ile biter aldanışın.
Biter ve başlar soğuk bir bedende bekleyiş.
Vaat edilen mutlak güne değin.

Suna Ertekin

Leave a Comment

İlgili İçerikler