0

Güzel olurdu masum kalabilseydik değil mi?

Biliyor musunuz ben eskiden çok sevgi dolu ve çok masumdum. Herkesin çok iyi insan diye tanımladığı gruba dâhildim. Hatta bir zamanlar insanların tertemiz doğduğuna inanırdım. Beyaz zannederdim herkesi. Pamuk gibi yumuşak olduğunu düşünürdüm kalplerinin. O ağaçların daha yeşil göründüğü, denizlerin daha mavi, gökyüzünün nefes aldığı zamanlardan bahsediyorum. Gözlerim bir başka gülerdi sanki. Sadece gözlerim değil, içim de gülmekten coşardı bir zamanlar. Saf kötülüğe inanmazdım. Mutlak bir neden arardım her şeyde. Sanırım büyüdükçe kirlendi her şey. Zorla öldürdüler içimdeki o sabiyi. Çok çabaladım ama olmadı işte. Öğretildi acımasızlık ve farkında olmadan dönüşüverdim.

Ben kocaman ve içi sevgiyle dopdolu bir ailede büyüdüm. Sevgiden boğulacak kadar çok sevmekten bahsediyorum. Bizde korkulacak bir şey değil, yaşamak için devam edebilmek, mutlu olabilmek için en büyük sebepti sevmek. Sarılarak, koklayarak, öpülerek, söyleyerek gösterilirdi. Annem günde on defa kendini kurban eden cümleler kurmazsa rahatlayamazdı. Hani güzel sevmek denir ya işte tam olarak ondan bahsediyorum. İnsanı insan gibi severdik biz. Zaten her şeyden önce de bunun değeri öğretildi bana. Ne olursa olsun ayrım yapmamak yargısız ve koşulsuz öyle dümdüz bodoslama sevmek. Yargılamamak. Hiçbir şeyi küçük görmemek, bakmak ve gördüğünü sevebilmek en önemli şeydi. ‘Erkek, dişi sorulmaz muhabbetin dilinde. Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde. Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok. Noksanlık da eksiklik de senin görüşlerinde…’’ felsefesini benimsemiş güzel bir ailem vardı benim.

Düşünüyorum da aile içinde hiç kötülüğe de şahit olmadım ki ben, kötülük yapıldığını hiç görmedim, duymadım da. Bilmeden öğrenmeden büyüdüm bu duyguyu. Onun için ilk gördüğümde anlam veremedim. Bilmeyince de gördüğünde tanıyamıyor insan, çözemiyor, saf gibi neden deyiveriyor anlamsızca, afallıyor, istemsiz empati kuruyor. Belki aylar belki ben gibi yıllarca. Sonra anlıyor. Kafasına vura vura öğretiliyor çünkü. İçinde kalan masumiyetin son kırıntıları yok olana kadar da vurmaya ve acıtmaya devam ediyorlar. Her yanın nasır tutana kadar da durmuyor. Sonra bir bakıyorsun, istese bile canı acımayan sevgisiz, şüpheci birine dönüşüvermişin.

Öğreniyorsun ki kimse özde iyi falan değil. Bir insan özünde iyiyse acıtamaz ki. Ya içindesin çemberin ya da dışında, ortası yok. Buna nasıl da inatla direnmişim görmemek için. Ne kadar kızıyorum kendime. Bunca kötülüğe neden göz yummuşum diye. Neden katladım onca haksızlığa, karşındakine kötüsün demek yerine kendimde hata neden aramışım. Üstelik hiç hatam olmadığını bile bile. Neymiş; kötü düşünülmeyecek mutlaka bir nedeni vardır onun çünkü. Öyle bir dünya yokmuş öğrendim. Anladım ki istenileni yapmayınca gösteriveriyor herkes gerçek yüzünü. O an sen çok değiştin deyiveriyorlar zaten.

Evet değiştim, çok değiştim hem de. İçimde sevgiden çok nefret, güvenden çok güvensizlik, inançtan çok şüphe varsa bugün çok büyük umutlarım yok artık insanlığa dair. Herkesi, davranışlarına göre değerlendiriyorum artık. Daha sağlamcıyım ve daha bencilim. Zaman ayırmak istemiyorum hayatıma değmeyen faydasız insanlara mesela. Evet değiştim, dürüstlüğün ve sadakatin karakterin ayrılmaz bir parçası olduğunu biliyorum artık. Körü körüne inanmamayı da öğrendim.

Bana öğretilen tüm güzel duyguları geçmişte bırakarak değiştim. Artık birinden nefret edebiliyorum. Beni üzenleri anlamayı bıraktım. Kalbimle de beddua edebiliyorum artık. En kötüsü de bu duruma hiç üzülmüyorum. Oysa ben gerçekten kirlenmek istemiyordum ki. ‘’Sakın çıkma’’ dedikleri patika yollara itildik çünkü; dağlara, kırlara, o karlı ovaya gittik
ve sonunda yenik düştük her şey gibi zamana, çünkü biz büyüdük ve kirlendi dünya.

Gülay Gürel

Leave a Comment

İlgili İçerikler