0

Gece, gündüze kucak açmazdan evvel karalar bağlarken gündüzü de yerle bir etti, etti de geçti. Gök kubbenin gürlek naraları, şehrin boşluklarında inledi. Savrulurken binalar yeryüzüne, kefenleri çoktan düşürmüştü karasın kara geceye. Toprak yutarken topyekûn insanlığı, tabutlar acımasızca ağzını açıverdi. Sarmalıyordu kara kış çevreyi, termometreler eksi onları gösteriyordu.

Beşik gibiydi yeryüzü. Derin çalkantılar, uzun süren titreyiş ve silkelemeler… Bomba atılmışçasına uçuşuyordu binalar. Toprak derin bir sarsıntıya kendini kayık gibi bırakmıştı ta ki, taş üstünde taş kalmayıncaya kadar.

Şehir hayalet kente dönüşüyordu. Dumanlı bir toz bulutuyla kaplandı gökyüzü. Kiremit, beton, demir, eşyalar… Ne varsa hep birlikte havalanmıştı. Binadan kopan eşya ve beton bloklar, Kamil ve karısının başına doğru uçuyordu.

Kamil deprem olduğunu anlayınca yataktan kayarak kalktı, karısına hiç bakmadan yuvarlanarak kızının odasına gitti ve onu yere çekip üstüne bedenini siper etti. Evin her bir köşesinden sesler yükseliyor, karanlıktan göz gözü görmüyordu. Geceyi sırtından kalleşçe vurmuştu deprem. Odanın tavanları Kâmil’in üzerine yıkılınca sıkışıp kaldılar yere. Kızı nefes alıyordu. Karısından hiç ses yoktu, çok seslendi ama cevap yoktu.

Yitip gitti Kamil’in usu. Bedeni ve ruhu yorgundu. Hissetmiyordu vücudunu, uzuvlarını. Ağzında demirin paslı tadı. İçi sünger kadar kuru ve susuz…

Çığlıklar ayak seslerine karışarak uzaklaşıyordu. Sonrasında, derin bir sessizlik… Yine kızıyla kaldı bir başına. Dört yönde inleme sesleri, yardım çığlıkları yükseliyordu.
Bir ara kızının sesini duydu.
“Babacığım, annem nerede?”
“Elimi tut kızım.”
“Canım yanıyor babacığım. Annem ne zaman uyanır, hiç yaramazlık yapmam artık.”
Mum gibi eriyip tükeniyordu Kamil. Kaç gün geçtiğini bilmeden sıkışıp kaldığı bu yerde on yıl kadar yaşlanmıştı. Kızı sanki göçük altında büyümüştü. Ondan beklenmeyen olgunlukta konuşuyordu. Kızının yüzünü göremiyordu. Yalnızca avuçlarında sıktığı minicik parmakları vardı.
“Korkma!” dedi. “Kurtulacağız buradan.”
“Kurtulunca sarı gazoz alacaksın değil mi babacığım?” diye soruyordu boğuk bir sesle.
“Evet, biraz daha sabret.”
Kurtarın bizi, diyordu gittikçe uzaklaşan çığlıklar. Gün be gün komşularından yükselen yardım seslerinin azalması Kamil’in umutlarını da alıp götürüyordu.
Kamil’in içindeki yeryüzü ve gökyüzü şimdi nalan… Enkaz…
“Karım güzel karım, o nerede? Hiç ses yok. Kaç gündür buradayız bilmiyorum.
Ne çok öldük biz! Ne çok!” diye geçiriyordu içinden.
Kızının konuşmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı.
“Babacığım bir melek abla geldi ve bana sarı gazoz içirdi. Saçlarımı sevip çok cesur olduğumu söyledi. Aynı annem gibi upuzun saçları vardı. Işık aldı onu götürdü. Sen de onu gördün mü babacığım?”

Kamil’in gözünden, özünden yaşlar süzülüyor ve susuyordu. Sessizliğin sesinde yok olup eriyordu. Tam da umutları tükenmek üzereyken uğultu içindeki insan ve motor seslerini duymaya başladı derinden. Hiç kesilmiyordu sesler. Başı ağrıyor, hiç hareket edemiyordu. Üstünde ne olduğunu bilmediği ağır kütleler vardı. Nefes almakta güçlük çekiyordu.

“Kimse var mı? Beni duyan varsa iki kere betona vursun!” cümlesi kulaklarında çınlayınca duyduklarına inanamadı, eliyle başının ağrısını sıvazladı. Umutları yeşermişti. Artık yalnız olmadıklarını düşünüyordu.

“Rabbime ne kadar şükretsem az.” diye geçirdi içinden. Kızının minik ellerini bırakıp var gücüyle betona iki kere vurdu. Sesler şiddetli bir şekilde yükseliyordu. Kulağını gelen seslere yoğunlaştırdı. Evet, kurtuluş yakındı. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Vücudunun hiçbir yerini hissetmiyordu. Bacağı sıkışmıştı, canı yanıyordu. Dışarıdan gelen ses heyecan ve telaşla,

“Köpekler tam bu noktada havladı. Termal kameralar burada yaşam belirtisi gösterdi. Aşağıdan ses geliyor. Haydi arkadaşlar! Yaşam koridorundan geçiyoruz.” diyerek konuşuyorlardı.

Aralarında yalnız ince bir duvar vardı. Kazı çalışmalarını duyuyordu. Kamil’in başında motor, kazma ve kürek sesleri hiç eksilmiyordu. Yaklaşıyorlardı…
Kamil tüm gayretiyle konuşulanlara kulak veriyordu. Heyecanlı bekleyişler başlamış, kısa bir süre sonra da ışık huzmeleri içeri sızmıştı. Kamil’in yüzü gözü toz duman…

Başında ışık olan bir maden işçisi, “Kimse var mı?” diye bağırıyordu. Açılan yaşam koridorunda bir el, Kamil’e doğru uzanıyordu.

“Evet! Evet!” diyordu Kamil.
“Adınız nedir?”
“Benim adım Kamil, bir şey sormak istiyorum. Bugün günlerden nedir?”
“Bugün günlerden Kamil.” cevabını alınca hüzün dolu yüzü ilk kez gülümsedi.

Gülçin Granit

Leave a Comment

İlgili İçerikler