0

YOL SÖZSÜZ BIRAKIR

Baltık Gezisi (Polonya-Litvanya-Letonya-Estonya-Finlandiya)

Üniversiteden mezun olurken “tekrar görüşeceğiz” diyerek arkadaşlarımızla sözleşmiştik. Türkiye’nin ayrı köşelerine savrulacağımızı, evlenip çocuk büyütme telaşıyla bu sözü yirmi beş yıl sonra tutacağımızı nereden bilirdik.

Bir cumartesi günü beş yakın arkadaşın İzmir’de buluşma heyecanı görülmeye değerdi. Saatlerce yapılan sohbet döndü dolaştı yurt dışı gezisine geldi. Hep beraber gezelim fikri ortaya atıldığında bir tek ben ”gelemem” dedim. Cevabım hayal kurmamıza engel olmadı. Düşünmesi bile bizi neşelendirmeye yetti. Bu sefer buluşmak için bir yirmi beş yıl daha beklemeyecektik…

Yazışmalar, konuşmalar derken gezi hayalimizi gerçekleştirmek için tur şirketlerinin kapısını arşınladık. Planladığımız tarihte bütün Avrupa turları dolmuştu. Sadece bayram gününe özel BALTIK GEZİSİ’ne yer vardı. En samimi arkadaşımla birlikte diğer şehirlerde yaşayan arkadaşlarımıza telefonla bağlanıp ortak karar almaya çalıştık. En çok gelmeyi isteyen üç kişi gelemeyeceklerini söylediler. Kırk beş yaşında verdiğim karar dönüm noktam oldu. İlk uçağa binişim, ailem olmadan uzaklara ilk gidişim olacaktı. Arkadaşımın “Geliyor musun?” sorusuna tereddütsüz “Evet.”  dedim.

“Yolculuk önce seni sözsüz bırakır sonra da iyi bir hikâye anlatıcısına dönüştürür.” der Ibn Battuta. Keyifle gezdiğim yerleri, kimseler görmeden benim gözümden görün, hayal edin diye yazmayı istedim. İlk yurt dışı gezimi, en ince ayrıntıları ve yaşanan güzel anılarıyla beğeninize sunuyorum.

Macera dolu dokuz gün sekiz gece sürecek gezi 4 Temmuz günü, sabahın erken saatinde, İzmir Adnan Menderes Havaalanı’nda rehberimizle buluşarak başladı. Hani filmlerde olur ya, aynı sırada beklediğin, yan yana oturduğun insanları hiç tanımazken uçak kaçırılır, tren raydan çıkar, otobüs bozulur; insanlar birbirini görmeye, anlamaya, yardım etmeye çalışır. Bizim geziye başlangıcımız da böyle oldu. İzmir’den İstanbul’a aktarmalı bineceğim uçak için beklenen sırada, İstanbul’dan Polonya’ya uçarken yan yana oturacağım insanlarla gezi sonrası samimi dost oldum.

Uçağa ilk binişimdi. Korkunun ecele faydası yoktu. Uçak kalkarken gözlerimi kapattım; yavaşça açtığımda masmavi gökyüzüyle karşılaşınca mutlu oldum. Havadan İstanbul’u seyretmek paha biçilmezdi. Dış hatlara geçerken koşarak hareket etmemiz boşuna bir çaba olmuştu. Uçak rötar yapmıştı. Polonya’nın başkenti Varşova’ya iki buçuk saatte ulaşmıştık. Temmuz sıcağında ülkemizden ayrılırken sonbahar havasıyla karşılanmak hoşumuza gitti. Havaalanında bekleyen otobüs bizi hem akademik yönden hem de kültür ve turizm bakımından merkez olan Krakow’a götürdü.

Kralların ikamet ettiği Wawel Sarayı’nı (dışarıdan) ve Polonya’nın en uzun nehri olan Wisla’yı gördükten sonra Kral yolunu takiben eski şehir meydanına geçtik. Yolda ünlü astronom Mikolaj Kopernik’in evini, Maria Magdalena Meydanı’nı, 12 Havariler Kilisesi’ni gördük. Eski şehir meydanına vardığımızda, dünyanın en güzel kiliselerinden biri kabul edilen, farklı kuleleri ve Hejnal melodisi ile ünlenmiş Azize Meryem Kilisesi’ni gördük. Kapalı Çarşı, şehre giriş anıtsal kapısı “Barbakan” ziyaretleriyle turumuz sona erdiğinde en yakın arkadaşımla birlikte çimlerin üzerine kendimizi attık. Evden kilometrelerce uzaktaydık; üniversitenin bahçesinde ders arasında gibi hissederken yirmi beş sene geriye gidince yorgunluğum geçiverdi…

Öğleden sonra Wieliczka Tuz Madeni gezisine katıldık. Bu maden Polonya’da mutlaka görmeniz gereken yerlerden bir tanesi. 15 milyon yıl önce iç deniz olan bu bölgede zamanla sular çekilmiş ve bu deniz tuz madenine dönüşmüş. 1996 yılına kadar aktif olarak çalıştırılan bu maden bu tarihten sonra turistik bir mekâna dönüşmüş. Madenin içinde yer alan odalar, salonlar, kilise, sayısız heykel ve kabartmalar tamamen bu madenden çıkarılmış kaya tuzundan yapılmıştır. İzmir’den bize eşlik eden rehberimiz ve Türkoloji bölümünde okuyan Polonyalı rehberimizle birlikte yüzlerce merdiven basamak aşağı inince ürkmedim desem yalan olur. Madenin içi çok serin ve yerler kaygandı. İnce kıyafetleriyle üşüyen arkadaşımla kol kola, düşmeden yürümeye çalıştık. Maden kapısını açan görevlileri, animasyon heykelleri ve en derin yerindeki kiliseyi görmek için yüklüce bir para verdiğime inanamıyorum. Madenden yukarı çıkarken dokuz kişinin bindiği, çok yavaş hareket eden asansörle kapalı alan fobimin olmadığını ama her an olabileceğini öğrenmiş oldum. Gezi süresince ve sonrasında en sevdiğim karı koca olan Moris amcam ve Liza teyzeyle ömür boyu sürecek dostluğumuz, tuz madeninde birbirimize gülümsememizle başlamıştı.

İkinci gün Polonya’nın başkenti Varşova’da şehir turuna çıktık. Para birimi Zloti olduğu için Euro bozdurduk. Bizim para birimimizin daha değerli olmasına çok sevindik.

Üç Haç Meydanı, şehir merkezi, Charles de Gaulle Meydanı, Stalin mimarisinin en güzel örneklerinden olan Bilim ve Kültür Sarayı ile yeni şehir merkezi göreceğimiz yerler arasındaydı. Ardından II. Dünya Savaşı sırasında tarihin gördüğü en büyük bombardımanı yaşamış, taş taş üstünde kalmayacak şekilde tamamen yıkılmış bu kentin kalbi olan, 1983 yılından beri Unesco’nun “Dünya Kültür Mirası” listesinde yer alan eski şehre yani Stare Miasto’ya geçtik. Burada, Lehistan İmparatorluğu’nun başkentini Krakow’dan Varşova’ya taşıyan III. Zygmunt’un sütun heykeli, Kraliyet Sarayı, Saint Jan Kilisesi ve Çanlı Meydanı görülecek diğer yerler arasındaydı. Panoramik görüntü setine çıkıp şehrin içinden geçen Vistül Nehri’ni ve kentin iki yakasını birbirine bağlayan köprüleri seyrettikten sonra eski şehir meydanını ve Varşova’nın simgesi olan Syrena Heykeli’ni ziyaret ettik. Ardından şehre giriş anıtsal kapısı Barbakan’dan geçerek XIII. yüzyıldan kalan yeni şehre girdik ve Madam Curie’nin evini görüp yeni şehir meydanını ziyaret ettik. Turda, kız kardeşini kaybedip telaşla arayan ve kaybolan kız kardeşinin de bizi bulmasıyla samimiyetimizin başladığı iki değerli ablamız oldu.

Sabah kahvaltısının ardından Polonya’dan ayrılarak Litvanya’ya doğru yola çıktık. Yol üzerinde Trakai turumuz vardı. 15. yüzyılda Galve Gölü’nün ortasındaki bir yarımadaya inşa edilmiş Trakai Kalesi ve Müzesini ziyaret ettik. Birçok gölün bulunduğu, tepelerin ve ormanların arasında konumlanan bir doğa harikasıydı Trakai. Ayrıca Karaites olarak adlandırılan bir Musevi Türk etnik grubunun da evi olarak kabul ediliyormuş. Litvanya’nın turistler tarafından en çok ziyaret edilen bu tarihi bölgesi aynı zamanda nikâh sonrası gelin ve damadın uğur getirmesi için ziyaret ettikleri popüler bir mekânmış. Biz fotoğraf çekilmek için en arkaya kalmıştık. Kaleye gidenler yağmura yakalanınca yemek yiyeceğimiz yere ilk sığınan biz olduk. Oraya özel kıbıni siparişi verdik. İngilizce bilmeyen garson kıza bıçak istediğimizi vücut diliyle anlatmak bizi çok güldürdü. Dört ayrı çeşit ısmarladığımız kıbıni bizim poğaçalarımıza benziyordu. Aç olunca çok lezzetli geldi. Parmaklarımızı yaladık. Litvanya’nın başkenti Vilnus’a doğru yola çıktığımızda yorgunluktan herkes uykuya dalmıştı. Gece karanlığında vardığımız şehrin güzelliğini, uyanınca gün ışığında görüp büyülenecektik.

Sabah kahvaltımızın ardından Vilnius şehir turumuza başladık. 2009 Avrupa Kültür Başkenti olan Vilnius’ta 1200’den fazla Orta Çağ dönemine ait yapı ve 48 adet büyük kilise bulunuyormuş. Neris Nehri kenarında 1323 yılında Büyük Dük Gediminas tarafından kurulan Vilnius’ta Katedral Meydanı, Vilnius Katedrali, Gediminas Kulesi, Gediminas Heykeli, St. Peter ve St. Paul Kilisesi, St. Anne Kilisesi ve Amber Galerisi’ni gezdikten sonra Subacius Tepesi’nden şehrin panoramik manzarasını çekmek üzere fotoğraf molası verdiğimizde yorulduğumuzu anladık. Vilnius’un önemli bir sembolü olarak kabul edilen Dawn Kapısı’nı görerek gezimizi tamamlarken otantik bir mekânda ilk kez ördek eti yeme şansını da yakalamıştık. Birbirine âşık çiftlerin taktığı kilitlerin üstünde isimlerini okumak, o kilitlere dokunmak sevginin gücünü hissettirmişti; sevdiklerimiz düştü kalbimize, hemen telefona sarıldık. Mutlu bir fotoğraf çekip sevgimizi ekleyerek kuşun kanadına bağlayıp yolladık.

Yeni bir ülkeye adım atmak heyecanını bir sonraki yazımda paylaşmaya devam edeceğim.

Kalın sağlıcakla…

Nurdan Aldağ

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler