0

HAYATA TUTUNMAK

Kocamı kaybedeli uzun yıllar oldu. Onun gidişinden sonra kendimi yapayalnız hissettim. Onca yılımı geçirdiğim kocam, benim elim, ayağım, beynim ve kalbimdi. Onu çok severdim. Çok sakin, anlayışlı, sevecen bir adamdı.  Babamdan sonra hayatıma giren tek erkekti.

Hayattan zevk almıyordum. Yaşamak çok anlamsızlaşmıştı. Ondan bana sadece anılarım kalmıştı. Bir çocuğumuz olmuş olsaydı belki yaşamak çok daha kolay olurdu. Allah nasip etmemişti. Çok çabalamıştık. Gitmediğimiz hastane, doktor kalmamıştı. Sonunda kaderimize rıza gösterip kabullenmiştik. Birbirimize kenetlenişimiz, bağlanışımız da bu sebeptendi.

O gün… Beni sevdiğimden ayıran o kaza günü yüreğimde beni boğulacakmış gibi hissettiren his, boşuna değilmiş. Arabaya bindiğim anda başlamıştı. Her sabah olduğu gibi beni iş yerime bırakmıştı. Arabadan indikten sonra bir süre beklemiş ve bana uzunca bir süre bakmıştı. Anlam verememiştim. Ardından el sallamıştım.  Masama oturduktan sonra işlerimi yapmaya çalışıyor fakat başarılı olamıyordum. O lânet olasıca iç sıkıntısı yine yerleşmişti yüreğime. Nefes alamıyordum. Temiz hava almak için kendime gelme umuduyla pencereyi açtım sonuna kadar. Uzun süre o şekilde kaldıktan sonra toparlanmıştım. Tekrar evrakları elime aldım. O sıra telefonum çaldı. Eşim, sıkıntımı hissetmiş olmalıydı. O arıyordu. Hemen açtım. “Efendim sevgilim!” karşımda konuşan o değildi. Nasıl olabilirdi? Onun telefonundan yabancı bir kişi konuşuyordu benimle. Anlayamıyordum. Dikkatimi toplamaya çalıştım.

“Siz kimsiniz? Alp nerede?”

Telefonu cevaplayan kişi, “Handan Hanım, rica etsem… Hastanesine gelebilir misiniz? Orada konuşalım.” dediğinde elimden telefon düşmüştü. Bağırmama yan odadaki arkadaşlarım geldiler. Onların yardımıyla hastaneye gittiğimizde acı gerçekle karşılaştım. Sevdiğim adam, sarhoş bir sürücünün, aşırı hızı sonucu trafik kazası geçirerek hayata veda etmişti. Olay anında aracı iki parçaya ayrılmış, oracıkta can vermişti. Nasıl bir dünyada yaşıyordum. Büyük olasılıkla, hafifletici sebepler öne sürecek ve cezasında indirim isteyecekti. Öyle de oldu zira. Benim acımı, benim feryatlarımı ne duyan oldu ne de gören.  Onunla mezara girmek istesem de bu mümkün değildi.

Hayat devam ediyordu. Hayata bağlanmam için neler yapabilirdim? Sevdiğim adamın ölümünden sonra uzun süre antidepresanlarla ayakta kalmaya çalıştım. Sonrasında spor salonlarında vakit geçirdim. Spor yaptığımda rahatlıyordum. Hafta sonlarında açık havada yürüyüş yapmaya başladım. Çiçek, böcek, ağaç, kuş sesi iyi geliyordu bana.

O günlerde, yakın arkadaşımın önerisiyle Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı sevgi evlerine ziyarete gitmiştik. Yüreğimi dağlayan çocuk isteğim, kocamın ölümünden sonra ferini yitirmişti. Giderken çok istekli de değildim zaten. Arkadaşımın yakın arkadaşı yurtta müdür olarak görevliydi. Odasında kahvemizi içtikten sonra çok sevdiği yavrularıyla tanıştırmak istedi. Mesleğini seven biri olmalıydı. Sohbetimiz başladığında onları ne kadar çok sevdiğini anlamıştım. Hep beraber bahçeye çıktık. Çocuklar, oyun oynuyorlardı. Müdüre Hanımı görür görmez hemen etrafını sardılar. Hepsi bir anda onunla konuşmaya çalışıyorlardı. Bu manzaranın tek açıklaması vardı o da sevgiydi. O da hepsine cevap vermeye çabalıyor, minik bedenlerine dokunmaya çalışıyordu. O sırada gözüm, bahçenin kenarında, yere oturmuş bir kız çocuğuna ilişti. O diğerleri gibi yanımıza gelmemişti. Üstelik ağlamış gibi görünüyordu. Müdüre Hanıma, “Oradaki kız çocuğu neden gelmiyor yanımıza?” dedim. Müdire Hanım fark etmemiş olacak, yüzü gölgelendi. Hızlıca kızın yanına gitti. Eğildi. Önce saçını okşadı. Sonra konuşmaya başladılar. Konuştukça kızın yüzü aydınlandı. Az sonra da arkadaşlarının arasına karıştı. Küçük kız beni çok etkilemişti. O da benim gibi yapayalnız olmalıydı. Minik kalbinde nasıl bir yara vardı. Bilmiyordum. Tek istediğim o anda ona koşarak kucağıma almak, sıkıca sarılmaktı.

Müdüre Hanıma teşekkür ederek ayrıldık oradan. Aklım, adını bile bilmediğim küçük kız çocuğundaydı. Durmadan onu düşünüyordum. İzinli olduğum günlerden birinde, tekrar yurda gittim. Müdüre Hanım beni görünce şaşırmıştı. Uzun uzun sohbet ettik. Çocukları için yapmayı planladığı yeni projelerinden bahsetti. O konuştukça ben, daha çok coşuyordum. Konuyu, gizemli küçük kıza getirdim. O gün ne hissettiysem anlatmaya çalıştım. Müdüre Hanım,

“O, yaralı bir çocuk Handan Hanım. Adı Asya.  Yeni geldi kurumumuza. On beş gün oldu. Maalesef anne ve babasını trafik kazasında kaybetti. Kimsesi de olmayınca yurdumuza yerleştirildi. Zamanla yaraları sağılacak, kabuklaşacak. İyileşmesi için çabalıyoruz.”

“Müdüre Hanım, kurumunuza Hilal’in ısrarıyla ilk kez ziyaret için gelmiştim. Ben de çok yaralıyım. Hani denize düşersiniz, denizin içinde bir tahta parçası bulmaya çalışırsınız. O sizi yüzeyde tutsun, onun yardımıyla karaya çıkabilesiniz. İşte o durumdaydım. Ben de eşimi trafik kazasında kaybettim. Sizi çok takdir ettim. Çocuklara karşı tavrınız, onları sevgiyle kucaklamanız çok mutlu etti beni. Keşke ben de onlar için faydalı işler yapabilsem. Hatta…”

“Çok teşekkür ederim. Emin olun iş olarak görmüyorum buradaki çocuklarımı. Ben onların annesiyim. En az anneleri kadar seviyorum. Tabii ki yapabilirsiniz. Onların, maddi yardımdan çok sevgiye, ilgiye ihtiyaçları var. Devlet, üzerine düşeni yapıyor. Sözünüzün gerisinin olduğunu düşündüm. Sanki söyleyemediğiniz cümleler var.”

“Evet var. Hazır olup olmadığımı bilmiyorum. Asya’nın o günkü hali beni çok etkiledi. Hiç tanımadığım Asya ile aramda güçlü bir bağ olduğunu hissettim. Bunu size ifade edemiyorum. Ben yalnızım. Eşim sağken çocuk sahibi olmak için epey uğraştık. Çocuğumuz olmadı. Ben anne olmayı çok istedim. Kaç gündür aklımdan çıkaramıyorum Asya’yı. Ayaklarım beni buraya getirdi. Bana yol, yordam gösterir misiniz? Onunla birbirimizin yoldaşı, ilacı olalım.”

“Handan Hanım, başınız sağ olsun. Sizin bakışlarınızda hüznü görmüştüm. İsterseniz önce bir süre burayı ziyaret edin. Çocuklarla kaynaşma, onları tanıma süresi tanıyalım size. Bu sayede, onların dünyasını da yakından tanıma şansınız olur. Sonrasında başvurunuzu yaparsınız. Tanışma sürecini sadece Asya ile değil de diğer çocuklarla da tamamlamış olursunuz. Yönetmeliğimiz öncelikle çocuklarımızın güvenliğini, ruhsal durumunu korumaya yönelik olduğu için yanlış kararlar alınmasına karşı güçlendirilmiş durumda. O süre içinde hazır olup olmadığınızı sınarsınız. Zaten, müracaatınız sonucunda koruyucu aile olarak tanımlanacaksınız. Kurumumuz gözetiminde, Asya sevgiyle büyüyeceği bir aileye sahip olacak.”

“Müdüre Hanım, çok teşekkür ederim. İnanın şu anda benden mutlu insan olamaz. Ben çalışıyorum. Emekliliğim gelmişti. Emeklilikte sıkılırım düşüncesiyle erteliyordum. Yarından itibaren, emeklilik dilekçemi vereceğim. Siz beni kovana kadar da emrinize amadeyim. Bana on beş gün müsaade verin yeter.”

“Gönüllü ordumuza bir nefer daha katıldı diyebiliriz o halde. Asya çok şanslı bir çocuk. Yanınızda çok mutlu olacağına inanıyorum. Yanlış anlaşılmasın tabii ki sözlerim. Kararı verecek makam ben değilim, benim şahsi düşüncem. İyi ki varsınız. Bu arada bir çay daha alır mısınız?”

“Çok teşekkür ederim. Geldiğimden bu yana beş çay içmişim. Siz bana hayatımda almadığım çok değerli bir hediyenin müjdesini veriyorsunuz. Bana hayata tutunma ipinin ucunu uzatıyorsunuz. Bu gece huzurlu bir gece geçireceğimden emin olabilirsiniz. Hoşça kalın Müdüre Hanım.”

“Güle güle gidin. Yine gelin, hep olun. Yüreklere sevgiyle dokunalım hep beraber.”

Sevinçle ayrıldım oradan. Yaşamak için sebebim, yüreğine dokunacağım çocukların varlığı, kalbimi ısıtmıştı. Artık benim de sığınacağım, tutunacağım bir yavrum olacaktı. Minik yüreklerin varlığını duyumsayarak yola devam ettim.

Nermin Güday Kaçar

 

 

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler