KAÇ MEVSİM DAHA HAZAN Dünya kocaman bir boşluk Mavinin yırtık parçaları dökülür Umudun uğramadığı mekanlarda Asi bir kalabalık gezinir Hayat yaşamsal bir...
DOSTO’NUN RÜYASI HEMİNGWAY’İN ARŞI
İp atlayan fareler. Yağmurun altında şemsiyesini ters tutan, ruhu ölmek üzere olan adamın bir hayali sadece. Kediler var bir yerdeler ve konuşuyorlar ve ıslak fareler mutluluktan havalara zıplıyorlar.
Kendime geldim ve aldım elime makası, biçmeye koşuyorum çirkin ve istemsiz yerlerimi. Etrafımda bağıranlar var ve bir çakıl taşı ayağımda, her yalanımda bana tesir edecek olan. Kırmızı bir çakıl taşı, ip atlayan mutlu beyaz fareler ve temiz bir yağmur.
Duyuruları cüceler yapmıyor artık ve teker teker yok oluyor çirkinlikler. Sarı bir camın arkasından bakınca, “Böyle de güzel,” diyor gözlerim. Dinlenmek bitti, dinlemek bitti; şimdi koşarken şarkı söyleme zamanı.
Anlaşılan mizahı abartı yapan keyifli bir kahyam var ve bir anti kahraman. Bir pazar günü öğleden sonrası masası ve masada Bukowski, Darwin, Twain, Duralı ve Meriç… Edipsiz? Bir ayağı kırık bir masa, eksik yerine kalp konulan. Kalbi kıran masa…
Bileklerime bakınca kesik izlerinin olmadığını görüp Elif Şafak okumadığıma seviniyorum. Şafakta bir pamuğun intiharı mı? Ağırlıklarını kaybetmiş ağırlıkların hayali mi? Kaleme sorsan suçlu eller. Defter desen… Defter desen? Defter demeyen bir ses ve geceyi bölen yazma isteği. Ahmet’in sesi mi? Bir batılın peşinde onlarca saniye. “Ne çabuk geçti,” diyen binlerce pişman insan.
Gözlerimden çıkmak isteyen ispiyoncular ve aklımda deliler parkı. Vardım bir mezbahaya farkında olmadan ve gördüm kendimi dikerken. Ellerim kanlı ve yüzümde anlamlı sırıtışlar. Bir karınca yuvası ve kertenkele olmak isteyen yaralı fil. Beynim kuyruğumdan akarken masadan gelen çakmak sesi. Darwin’in kahkahası sudan çıkıp bir tütüne dönüştü ve Tolstoy onu alıp kaçtı. Bir masada bunları hâlihazırda yazıp intihar etmiş olan Gogol.
Erhan Kassap
