0

TESADÜFÜN BÖYLESİ

 On beş gün önce uzun yıllardır görmediğim Hülya ile karşılaşmıştım tesadüfen. Onunla lise yıllarında çok yakın arkadaştık. Arkadaştan öte kardeş gibiydik.  Acılarımızı, sevinçlerimizi, hayallerimizi paylaşırdık. Hülya, sessiz, sakin bir kızdı. Yakın arkadaş olmamıza rağmen kendisiyle ilgili fazla konuşmazdı. Benimle paylaşmadığı, yüreğinin kuytularında hapsettiği dertlerinin olduğunu düşünürdüm. Lise ikide gelmişti bizim sınıfa. İlk karşılaşmamızdan itibaren de yakınlaşmıştık.

Lise son sınıftaydık. Hülya, son zamanlarda çok sinirliydi. Ağlama krizlerine yakalanıyor, konuşmaya çalıştığımda daha da anlaşılmaz biri oluyordu. Diline kırk kilit vurmuştu sanki. Gözlerinin altını mor halkalar kaplamıştı. Zayıf olan bedeni daha da ufalıp küçülmüştü son zamanlarda. Bir derdi vardı ama neydi? Günlerce ihtimaller üzerinde düşünmüş, fakat çare bulamamıştım. Dört gündür okula gelmeyişi de beni çok endişelendirmişti.

O gün, okuldan çıktıktan sonra Hülyaların evine gitmek üzere yola koyuldum. Bir iki kez önünden geçtiğim evlerini bulmakta zorlandım. Mevsimlerden bahardı. Yol boyunca, hayatın yeniden tüm canlılığıyla başlayış mücadelesini inceledim. Dallardaki kuşların ötüşünü, meyve ağaçlarının yeni açmış çiçeklerini, uçuşan kelebeklerin havadaki dansını hayranlıkla izledim. Yüreğimi bahar esintili bir umut kaplamıştı sanki. Nihayet sonunda bulmuştum evi. Bir nefesten sonra kapıyı tıklattım. Uzun bekleyişin ardından iriyarı, saçı sakalı karmakarışık, hırpani kılıklı bir adam açtı kapıyı. Korktum ve bir adım geri çekildim. Adam suratıma sorgulayıcı bir ifadeyle bakıyordu.

“Hülya ile görüşecektim.”

“Sen kimsin? Neden görüşeceksin?”

“Arkadaşıyım. Okula gelmeyince merak ettim? Çağırabilir misiniz?”

“Merak etme o gayet iyi. Everdik, mutlu mesut yaşıyor.”

“Ama o daha çocuk…” diyerek, üzüntüyle ayrılmıştım oradan. Yol boyunca ağladım eve gelene kadar. Nasıl bir babaydı o adam. Hülya’yı kendi eliyle cehennem çukuruna itmişti.

Onu gördüğümde geçmişe dalıp gitmiştim. Şaşkınlığımın ardından ona sıkıca sarıldım. Kilo almıştı. Tek değişmeyense samimiyeti, gülümseyişi ve gözleriydi. Hep duyardım da inanasım gelmezdi. Yaşlı insanlar, gözlerinden çıkarırlarmış tanıdıklarını. Aradan geçen uzun yılların sonunda bulduğum arkadaşımla sohbet etmek istiyordum. Ayaküstü caddenin karşısında gördüğüm kafede oturmayı teklif ettim. Önce tereddüt etti; sonra teklifimi kabul etti. Masalardan birine karşılıklı oturduk. Birbirimize bakıyorduk. Zaman, sanki yabancılaştırmış gibiydi. Hülya’yı yeni tanıyormuşum gibi hissettim. Kim önce konuşmaya başlayacak gibi bakışıyorduk. Onunla ilgili merak ettiğim çok şey vardı. Özellikle de ayrıldığımız andan itibaren yaşadıkları, şu andaki yaşantısı, evli miydi? Bilmeden kaç zamandır aynı şehrin havasını mı soluyorduk acaba? Sorular, sorular beynimi oyuyordu. Cevaplarını bilmediğim sorular… Sonunda dayanamadım.

“Hülya seni gördüğüme o kadar sevindim ki anlatamam. Lütfen her şeyi anlat. Seni aradım ama ulaşamadım.”

“Aradın mı sen beni?”

“Evet aradım. Okula gelmeyişinin dördüncü gününde kapınıza geldim. Babandı galiba, senin evlendiğini söyledi. Eve ağlayarak döndüm. Çocuktun henüz. Gücüm yetmiş olsaydı babanı parçalardım o gün.”

“Aradığından haberim olmadı. Nasıl olsun ki. O babam beni üç kuruşa resmen sattı. Aynı hayvan satar gibi sattı, üstelik benden tam yirmi yaş büyük bir adama. Babam benim katilim oldu. Elimden çocukluğumu, eğitim hakkımı, hayallerimi aldı. Nefret ediyorum ondan. Kötülüklerinin bedelini yanarak ödedi gerçi.”

“Eğer canını yakmayacaksa en başından anlatır mısın?”

“Canım yanmıyor artık eskisi kadar Eda. Hatırlarsan son sınıfta çok ağlıyordum. Çaresizdim. Aklına koymuştu beni satmayı. Çok yalvardım. Evden kaçmayı bile denedim. Yakalandım. Çok dövdü. Sonra da elleriyle götürdü beni o pisliğe teslim etti.”

“Hâlâ o adamla mı evlisin?”

“Yok, çok şükür o pislikten de kurtuldum. Yıllarca eziyet çektikten sonra onu öldürmeye karar verdiğim sıralarda bir kavgada bıçaklanarak cezasını buldu. Allah’tan çocuğum olmadı. Eski karısını da o yüzden evden atmış. Benden de olmayınca kısır olduğu tescillenmiş oldu. Yıllarca eziyet etti bana. İşitmediğim hakaret, küfür kalmadı. Yediğim dayakların çetelesini tutmadım. O öldükten sonra özgürlüğe kavuştum. Zaten nikâh da yapmamıştı. Kuru canımı aldım ve İstanbul’a geldim. İş buldum, kendime ait düzen kurdum. Küçük bir dairede oturuyorum. Bana saray gibi geliyor. Sen, neler yapıyorsun? Karşılaşmamız bir mucize gerçekten. Sen anlat biraz da?”

“Lise bittikten sonra üniversiteyi kazandım. Bizimkiler tek başına burada kalmamı istemediler. Biliyorsun babam memurdu. Tayinini istedi. Hep beraber geldik. Okul bittikten sonra işe başladım. Annem, babam da alıştı bu şehre. Evlendim. Bir kızım var. Yaşayıp gidiyoruz işte. İzinliydim, dolaşmaya çıkmıştım. İyi ki de çıkmışım. Seninle karşılaştım. Artık hiç bırakmam seni arkadaşım. Senin programın var mıydı?”

“Aslında ben de biriyle buluşmak için çıkmıştım. Gecikeceğini söyleyince o arada görüşebiliriz diye düşündüm canım. Şimdi ararım buraya gelir.”

“Çok özür dilerim. Tereddüt etmenden anlamıştım ama arkadaşın gelince kalkarım ben.”

“Sorun yok. Daha da iyi olacak aslında. Senin de görüşünü almak isterim. Yaklaşık altı aydır görüşüyoruz. Yaşadıklarımdan sonra tekrar bir erkeğin hayatıma girmesinden korkuyordum. Kavun değil ki dibini koklayarak seçesin. Benden on iki yaş büyük, eşini kaybetmiş. İki çocuğu var. Onlar da evlenmişler. Şans vermek istedim. Hem ona hem de kendime. Kusura bakma canım, o arıyor.”

Telefonla görüşürken eski zamanlardaki gülümsemesi ortaya çıkmıştı. Onun adına sevinmiştim. Nasıl biriydi? Gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum. Hülya, onu karşılamak için giriş kapısına gitmişti. Ben de biraz oturduktan sonra kalkacağım için cep telefonumu yerleştirdim çantama. Tam başımı kaldırdığımda onları gördüm. Yanındaki kişiyi görünce gözlerime inanamadım. Tesadüfün böylesi de olamazdı.

Gelen kişi Hasan abiye çok benziyordu. Rüya mı görüyordum, yoksa insanlar çift yaratılırmış derlerdi öyle bir durum muydu? Yürüyüşü, mimikleri onun olduğunu gösteriyordu. O da şaşırmıştı benim gibi. Hatta biraz da utanmış gibiydi. Masaya gelip zoraki gülümsediğinde kesinleşmişti kimliği. Açık vermemeye çalışarak elimi uzattım. Tokalaştık. Hayat ne garipti? Aklıma, rahmetli karısı Suzan abla geldi. Bir an görüntüsü geçti zihnimden. Oturduk yerlerimize. Hasan abiyi çok severdim, karısını da… Hülya, onu bana tanıştırma gereği duyarak,

“Eda’cığım, Hasan Bey’i tanıştırayım. Hasan, Eda benim liseden en yakın arkadaşımdı. Tesadüfen karşılaştık yıllar sonra.”

Hasan abiye baktım. Benimle tanıştığını söyleyecek miydi? Her zaman yaptığı gibi önce omuzlarını oynattı; sonra ağzını büzdü, burnunun o acayip görünen hareketini yaptı. Çalışırken de çaresiz kaldığı, çözemediği anlardaki hareketiydi bu. O da açık etmekte kararsızdı. Bense, gerçeği açığa çıkarmak için kendimi zor tutuyordum. Neden saklanmalıydı ki tanışıklığımız? Hasan abiyi çok iyi tanıdığımdan, tanıştığımızı söyleyecekti. Dediğim gibi de oldu akabinde.

“Hülya, tanışıyoruz biz.”

Tesadüfün de böylesi şaşkınlık yarattı ilk başta.

“Eda, ben emekli olmadan önce işe başlamıştı. Çok fazla çalışmadık Üç yıl falan olması lazım ama çok sevdiğim bir kardeşimdir. Hayat, gerçekten tesadüflere gebe. Nasılsın? İyi misin?”

“İyiyim abi. İzinliyim. Gezmeye çıkmıştım. Hülya’yla karşılaştık. Gelmiyorsun artık bizi ziyarete. İlk zamanlarda çok sık geliyordun. Hatta geçenlerde senden konuştuk arkadaşlarla. Gelmeyince meraklanmıştık.”

“Belli bir zaman geçince soğuyor insan. Ayakları gitmiyor. Onca yılımın geçtiği iş yerimden kopmak zor olmuştu ilk zamanlar ama şimdi artık o bağı çözdüm, serbest bıraktım. Dışarıda da çok güzel bir dünya varmış. Hanımın vefatından sonra çok zorluk çektim. Sen de şahitsin Eda ama Hülya sayesinde hayata tekrar bağlandım. Umarım bu durum sürer gider. Yani mutluluk.”

Bu sözleri söylerken, sanki ergenlik çağında bir delikanlı gibiydi. Hakikaten de Hülya ona çok iyi gelmiş olmalıydı. Uzun zaman önce gördüğüm Hasan ile bugünkü halinde, gözle görülecek değişiklikler vardı. Yine Suzan ablanın görüntüsü çıktı karşıma. Onu, güler yüzüyle, samimiyetiyle hatırlıyordum. Birkaç kez evlerine toplu halde ziyarete gitmiştik. Bize, gülen yüzüyle ikramlarını sunarken ne kadar da samimiydi. Hele Hasan abi, ne çok severdi Suzan ablayı. Ona sürpriz yapmayı severdi. Evden, saklıca kıyafetlerini getirerek ona kıyafet diktirişini… Benim için, karısına değer veren nadir insanlardan biriydi. Gülümsedim. Hayatın ipini bırakmamış olmasına, üstelik Hülya’yla tekrar hayata bağlanmasına daha çok sevindim. Yarayı iyileştirenin yine yaralı bir kalp olduğunun canlı ispatıydı. Hülya’yı izledim sohbet sırasında, o da mutlu görünüyordu.

Epey oturduktan sonra izin isteyerek kalktım. Beni uğurlamak için kalkan Hülya’nın amacını tahmin edebiliyordum. Kapıya geldiğimizde onun bir şey sormasına gerek kalmadan,

“Doğru kişiyi bulmuşsun Hülya’cığım. Fakat emin olabilmek için biraz daha zaman verebilirsin. Çok severim Hasan abiyi. Seni pamuklara sararak sevecek biridir o. Yine görüşeceğiz inşallah. Tabii ki nikâhta şahidin benim. Ona göre!”

Hülya, rahatlamış bir şekilde kucakladı ben de onca yılın özlemiyle sarıldım. Dışarı çıktığımda çok mutluydum. Hayat, her haliyle güzeldi. Dünya, ne olursa olsun, dönmeye devam ediyordu.

Nermin Güday Kaçar

 

Leave a Comment

İlgili İçerikler