KÖHNE CADDELER Bu defaki durak kimsesiz Köhne bu cadde ve çok sessiz. Karanlık, yolun sonuydu. Bahsettiğim korku buydu. Âti’deki bu bilinmezlik… Asla olmayacak...
YENİDEN
Bavulum ağırdı. Buna rağmen atmıştım kendimi dışarı. Yürüdükçe ağırlaşıyordu. Henüz otuz beş yaşında olmama rağmen sanki yüzyıllık bir esareti biriktirmiştim. Tekerleklerin çıkardığı ses kulaklarımı tırmalıyordu. Otogara daha vardı. Taksiye binmemiştim henüz. Ne anlatayım size bilemiyorum. Sadece bir köşede oturmuş olan biteni gözden geçiriyorum.
Deminden beri başımın üstünde dönen sinek sonunda defterimin üzerine konmuştu. Ben kovdukça geri geliyordu. Besbelli dışarıdaki soğuktan kaçanların sonuncularındandı. Ben de kaç yıldır dışarısı kötü, soğuk diye içeri kaçmıştım. Sığınmıştım bir adama. Hatta işimden bile ayrılmıştım. Çünkü evlendikten sonra çalışmayıp çocuk büyütecektim. Sinek hâlâ başımın üstünde dönüp duruyordu. Sonra da defterimin üzerine konuyordu. Son demlerini yaşıyordu âdeta. Bir vuruşta gidecek gibiydi. Mayışmıştı iyice. Otogarda oturmuştum sonunda. Son paramın bir kısmını taksiye verip gelmiştim. Sanki defterim “Aç ve yaz!” diyordu bana. Aslında anlatacaklarım çok fazlaydı. Belki sonrasında birileri okur yazdıklarımı diyerek yazmaya başlamıştım bile…
“Hayatım ne yazıyorsun?” diyen sesle irkildim birden. “Hiç, belki ileride romancı olur çıkarım.” “Sana hiçbir şeyle uğraşma, sadece beni sev demedim mi?” “Ama…” Anlamıyordum ısrarla. Dediğini yapıp bırakıyordum kalemi. Sadece onu sevmek ne demekti? Hiç düşünmemiştim. Sanki bir uyuşturucu hap almış gibi uyuşmuştum. Bir nevi beni çok seviyor masalı yaratmıştım kendimce. Kedimi bile istemiyordu. Dediği şey şuydu. “Sadece beni sev aşkım!” Oysa kediciğimin bana neler kattığını sonradan anlayacaktım. Fakat bu sırada onu da barınağa teslim etmiştim. Hiç kafa yormamıştım bu davranış üzerine. Sadece büyülenmiş gibiydim. Belki de bir algı operasyonuydu olan biten. Ancak dar kapsamda yaşanıyordu her şey: İki kişi arasında. Annem arıyordu sürekli. “Kızım işini niye bıraktın?” diyordu ikide bir. Verdiğim cevap gülünçtü: “Anne beni çok seviyor. Ona bağlı olmamı istiyor. Senin çevren benim” diyor. İlk başlarda bu durum bana da sevimli gelmişti. Ama bir gün kapı çalındı ve kapıyı açınca alımlı bir kadınla karşılaştım. “Buyurun” dedim. “Fazla vaktinizi almayacağım. Biz Zafer’le görüşüyoruz. Sizden ayrılmak istiyor ama söyleyemiyor,” dedi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ne yapacağımı bilemedim. Kadının boğazına sarılmak istedim. Ama önce Zafer’i boğazlamam gerekirdi. Ben böyle biri değildim. Nasıl kapılmıştım şıpsevdi birine? Nasıl anlayamamıştım? Kapıyı hızla kapadım. Kolumu ısırıp sesimin duyulmasını engelledim. Annem haklı çıkmıştı. Şimdi ne yapacaktım? Ama “Dur!” dedim. “Akşam olsun gelir o yine bana,” diyerek beklemeye koyuldum. Sonra bir hışımla kapıyı çekip çıktım.
Nasıl olur da sevgi dediğimiz şey bu kadar ayağa düşerdi. “Ya işte Aysun, sen kendi yaptığına bak! Bir adam için işinden ayrıldın,” dedim. Daha önce aldığım felsefe eğitimine gitti aklım. Sorular sormuştuk birbirimize uygulamada. “ Sevgi neydi?” Hiç kendi kendime bu soruyu sormamıştım. Bir kedi bile anlatamamıştı bunu bana kör olmuştum. Bu yüzden karşımdaki insanın sevgi anlayışını da bilememiştim. Sadece şu anda tepemde gezen bu sinek gibi son demlerimi yaşarken mayışmış kalmışım. Oysa bu ölüme gitmekti. İşimden ayrılmış olmak da ayrı bir konuydu. Şimdi yeniden iş aramak gerekecekti. Ve anneme doğru gitmeye hazırlandığım bu saatlerde düşündüklerimi yazıya dökmek beni iyileştirecekti belki. Ama önce bu sineğin yaşadıklarını yaşayacaktım. Birileri benden kurtulmaya çalışırken birileri de “ben sana demedim mi?” diye bana vuracaktı. Bu hayvan da bu silleleri yiyordu şu an. İkide bir ellerimle kovuyor, ölsün diye vuruyordum. Ama o da son hamlelerini yaparken kaçıp yaşamaya devam ediyordu. Sanki beni anlatıyordu.
Yazmayı bırakıp defteri kapattım. Yolcular bir yandan gelirken bir yandan da gidiyordu. Ben ise Zafer’le son konuşmamızdan sonra terk ettiğim eve bir daha dönmeyecektim. Annemi de henüz aramamıştım. Baktım sinek yeniden havalanmış, etrafımda dönüp duruyordu. Kaçış yoktu ama “belki bir çare bulunur” diyordu âdeta. Öldürmekten vazgeçip çaycıya seslenmiştim bile. “ Bir demli çay alabilir miyim?”
Nurhayat Kayar