0

 

Mutlu insanlar yataklarında mışıl mışıl uyuyordu ve bir tek mutsuzlar ayaktaydı gecenin bu kör saatinde. Böyledir bu; mutsuz insanlar geceleri yaşarlar günü. Bir tek gece anlayabilirmiş gibi onları, bir tek gece sahip çıkarmış onlara gibi. Hem gökyüzü kara, hem onların yüreği kara. İçleri koyu. Bir bağ yakalarlar geceyle kendi aralarında. Bir köprü. Kimi gökyüzünü seyreder, kimi oturma odasında ki tekli koltukta, loş ışığın altında sigara içer. Kimi bir şeyler okur, kimi bir şeyler yazar, kimisi de radyoda gece programlarını dinler. Tıpkı İhsan gibi. İhsan her mutsuz insan gibi bu gece de uyumamıştı ve radyo dinlemeyi seçmişti.

“Gece Kadar Hüzünlü” adlı radyo programını dinliyordu son üç gecedir. Fena halde kafayı takmıştı bu programa. Üç gecedir sabırsızlıkla bu programın başlamasını bekliyordu ve program bitene kadar gözünü dahi kırpmıyordu. Dizüstü bilgisayarını mutfağa alıyordu ve çay demleyip kendine, öyle dinliyordu programı.

“Evvet sevgili dinleyenler, ‘Gece Kadar Hüzünlü’ kısa bir reklam arasının ardından kaldığı yerden devam ediyor. Saatler iki buçuğa geliyor ve biz gece kadar hüzünlüler hala ayaktayız. Uyumak yok. Şimdi sayın dinleyenlerime bir sorum olacak. ‘Sevilmemek nasıl bir duygudur?’ Yayının başında sizlere söylediğimiz numarayı arayarak programa bağlanın ve düşüncenizi bizimle paylaşın. Hepinizin düşüncelerini merak ediyorum. Şimdi herkes düşünsün diye bir şarkı arası verelim sevgili dostlar. Ahmet Kaya’dan, ‘Dardayım’ parçasını çalıyorum ve şarkı bittiğinde çağrılarınızı kabul edeceğim. Şarkımız gelsin efendim. Düşünsün gece kadar hüzünlü olanlar…”
Radyoda Ahmet Kaya çalmaya başladı. Ahmet Kaya o şahane sesiyle gecenin iki buçuğunda söylüyordu ve o söyledikçe tüm dinleyenlerin içine bir hüzün yürüyordu. İhsan gözlerini kapatmış şarkıyı dinliyordu. Sonra üstüne üstüne gelmeye başladı duvarlar ve telefonundan açıp radyoyu, taktı kulaklıkları telefona ve attı kendini dışarıya. Tenha sokakta kulaklıklarıyla bir yandan Ahmet Kaya’yı dinliyordu, bir yandan da yürüyordu.
Düşünüyordu İhsan. Radyoyu aramak istiyordu. Bu sorunun cevabını üç gündür aralıksız olarak düşünüyordu her saat. İyi biliyordu sorunun cevabını. Arama zamanının geldiğini düşünüyordu artık. Ve öyle de yaptı. Ahmet Kaya’nın susmasıyla birlikte, radyonun telefonunu çevirdi. Üçüncü çevir sesinden sonra telefon açıldı ve İhsan yayına bağlandı.
“Ne muazzam bir şarkı öyle değil mi sevgili dinleyenler. ‘Gün gece, gün gece’ diyor ya üstat, alıyor bizi bizden. Hımm, şuan Berna bana hatta bir telefon olduğunu söylüyor. Alo.”
“Alo.”
“Telefonun başındaki gece kadar hüzünlü olanın ismi nedir acaba?”
“İhsan… İhsan benim adım…”
“Merhaba İhsan. Arkadan gelen rüzgar seslerinden dışarıda olduğunu tahmin ediyorum. Doğrumudur?”
İhsan bir süre sustu. Öyle cevap verdi;
“Şey, evet… Biraz bunaldım da evde. Telefondan sizi dinleyip yürüyordum.”
“Ah, şahane gerçekten. Peki İhsan, sence sevilmemek nasıl bir duygu?”

Derin bir nefes aldı İhsan. Kelimeleri toparladı kafasında. Hala yürümeye devam diyordu bu sırada da. Belli oluyordu yürüdüğü rüzgarın sesinden ve nefes alışverişinden.

“Sevilmemek çok kötü bir şey, iyi biliyorum… Hele ki artık kimseyi sevememek… Böyle, kalbiniz kırılıyor Mehmet bey ve o kırıklar göğüs kafesinizi paramparça ediyor. Ve artık o yaradan bakmaya başlıyor insan dünya’ya. Yani artık her şeyde bir acı buluyorsun ve onu kendine çekiyorsun. Çok acı çekiyorsun. Boşluktaki içi boş bir çukur gibi hissediyorsun kendini, örümcek ağındaki sinek kadar çaresiz bir de… Boşluğun o hafif ve rahatsız edici ağırlığı çiğniyor seni her gün. Gıkını bile çıkaramazsın, bilirsin ki seni umursayan biri yoktur artık. Çünkü seni kimse sevmemiş adam akıllı, artık kimseyi sevemeyeceğini anlıyorsun bazı yaşananlardan sonra.” Derin bir nefes daha çekti ciğerlerine İhsan ve tekrar devam etti kaldığı yerden konuşmaya;

“Belli bir yaştan sonra kişi oksijen olayını aşıyor ve artık yeni soluyacak bir şeylere ihtiyaç duyuyor biliyor musunuz Mehmet bey? Sevgi gibi, sevilmek gibi, sevmek gibi şeyler…Ve bunları bulamayınca da boğuluyor. Boğuluyor her gün ve en kötüsü ölemiyor bile.”

Bir süre sessizlik oldu programda. Tüm radyo başındakiler bile susmuş, İhsan’ın dediklerini düşünüyordu. Programı aramaya niyetli olanlar, İhsan’ı dinledikten sonra telefonlarını ellerinden bırakıyordu. Çünkü biliyorlardı ki, hiçbirisi İhsan kadar iyi tarif edemezdi bunu.
Sessizliği programın sunucusu Mehmet bozuyor;

“Vay be İhsan, bir kurşun sıktın gece gece kalplerimize. Bir şeyler yaşamışsın sen, hem de çok kötü bir şeyler. Belli bu anlattıklarından. Bir yaşanmışlık var anlattıklarında. Bizimle paylaşmak ister misin bunu? Ne oldu sana?”
“İsterim tabii. Zaten programı aramamdaki esas amacımda buydu benim…”
“Seni dinliyoruz İhsan…”
“Karım Mehmet bey.”
“Ne olmuş karınıza?”
“Aldatıyor beni. Üç gün önce öğrendim bunu.”
“İhsan, bu çok kötü… Peki emin misin bundan?”
“Evet. Telefonunda mesajları gördüm. O an bütün dünya başıma yıkıldı. Olduğu gibi üzerime çöktü dünya’nın çatısı olan gökyüzü.”
“Bunlar çok zor şeyler İhsan… Peki ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Üç gündür bunun üzerinde düşünüyorum bende geceler boyu. Ama bu gece yürürken kesin kararımı verdim ben…”
Mehmet muhabbettin gidişatından ürkmeye başlamıştı. Telefonun ucunda aldatılmış bir adam vardı ve aldatılmış bir adam her şeyi yapardı. Radyo programında böyle bir muhabbetin geçmesi, programın geleceği adına ona endişe veriyordu. Ne yapacağı konusunda kararsızdı. Önünde ki bilgisayardan programın internet sayfasına baktığında, İhsan’a destek mesajları yağıyordu. Dinleyiciler sevmişti İhsan’ı. O yüzden muhabbetti biraz daha uzatmaya karar verdi Mehmet.
“Hala yürüyorsun galiba İhsan?”
“Evet. Bir yere gidiyorum.”
“Aradığından beri yürüyorsun. Bu saatte nereye gidiyorsun acaba böyle?”
“Karımın beni hangi adamla aldattığını buldum. Onun yanına gidiyorum…”
Mehmet tedirgin olamaya başlamıştı. Bulunduğu stüdyodan camın arkasında duran Berna’ya baktı. Berna el hareketiyle ona muhabbeti devam ettirmesini söyledi. Belli ki muhabbete duyulan ilgi epey yoğundu ve Berna bunun kaybolmasını istemiyordu.
“Bir delilik yapmayacaksın umarım İhsan…?”
“Delilik mi? Bilmiyorum, ben üç gündür aklı başında biri değilim. Ve ne yapacaksam bu gece, sorumlusu karım ve onun beni aldattığı adamdır.”
“Kim peki bu adam, tanıyor musun?”
“Karımı takip edip adamın kim olduğunu öğrendim. Üç gündür de plan yapıyorum kafamda. Ve şimdi planıma doğru yürüyorum. Çok az kaldı. Planım az sonra gerçekleşecek ve ben de intikamımı almış olacağım böylelikle.”
Ensesinden sırtına düşen bir damla soğuk terle irkildi Mehmet. Terliyordu. Gerilmişti. Çok tuhaf bir sohbetin içindeydi. Kaldı ki, İhsan eğer bir delilik yaparsa bu gece, radyonun polisle başı derde bile girebilirdi.
“İhsan artık görüşmeyi sonlandırsak daha iyi olacak.”
“Durun! Kapatmayın lütfen! Biraz daha, lütfen. Biraz daha ve ondan sonra görüşme sonlanacak. Söz veriyorum.”
“Ama hattı çok meşgul ettik… Programa bağlanmak isteyen başka dinleyiciler olabilir…”
“Karıma öyle çok güveniyordum ki Mehmet bey, onun hayatta bana ihanet edeceği gelmezdi aklıma. Ama öyle bir uyutmuş ki beni aylarca… Evet, aylarca. Meğer aylarca aldatıyormuş beni. Bense o kadar salakmışım ki, karımın beni aldattığını fark edememişim bile. Ama şimdi çözdüm her şeyi. Adamı artık babası kadar iyi tanıyorum. Nerdedir, ne yapar, ne içer, nerede çalışır, kimdir, necidir? Şimdi de adamın yayın yaptığı yere doğru gidiyorum zaten… Adamın adı Mehmet. ‘Gece Kadar Hüzünlü’ adlı bir radyo programını sunuyormuş bizim evin aşağı sokağındaki Cansever FM’de.”

Mehmet, camın arkasında duran Berna ile göz göze geldi. Kocaman olmuştu ikisinin de gözleri. Nutku tutulmuş ikisinin de, birbirlerine bakıyorlardı. Radyonun internet sayfasından kimisi bunun bir şaka olduğunu yazıyor, kimisi de küfür ediyordu sunucuya.

İhsan hala yayındaydı. Camın arkasından Berna’nın sesini duydu. “Dur, içeri girmezsin! Yapma, dur!” Bir silah sesi ve Berna’nın kısılan sesi. Hemen arkasından etin zeminle buluşma sesi. Mehmet, camın oraya bakıyor ve sol elinde kulağına tuttuğu telefonuyla, İhsan’ı görüyor. Sağ elinde sıkıca kavradığı tabancayı Mehmet’e doğru doğrultmuş.
Mehmet ağzını açtı ama sesi çıkmadı. Donup kalmıştı. Korkuyordu. Titriyordu tir tir korkudan.
“Aslında hiç sevilmediğini ve artık kimseyi sevemeyeceğini bilmek bir adamı fena zıvanadan çıkartır Mehmet bey. Ve aldatılmış bir adam her deliliği yapar bu hayatta. Beni yayına bağladığın için teşekkür ederim orospu çocuğu. Geber!”
Radyoda ki tüm dinleyenler, Mehmet’in etine saplanan kurşunun sesini ve Mehmet’in hırıltılı bir şekilde yere yığılıp can vermesini dinledi. Bunun hala bir şaka olduğunu sananlar vardı. Ancak, bu yaşananların bir şaka olmasını kimse İhsan kadar isteyemezdi.
İhsan tekrar kulağına götürdü telefonu ve konuştu;
“Bu gecelik Gece Kadar Hüzünlü’den bu kadar sevgili dinleyenler. İyi geceler…”

 

Emre Boz

Leave a Comment

İlgili İçerikler