Katran gibi bir gecenin, beyaz örtüleri altındaki çırpınışlarıydı zamanı durduran… Tüm şüpheler hayata döndürülmüştü son nefeste Hepsini salıverdiler sorgusuz sualsiz Çekip gittiler ellerini...
Katran gibi bir gecenin, beyaz örtüleri altındaki çırpınışlarıydı zamanı durduran… Tüm şüpheler hayata döndürülmüştü son nefeste Hepsini salıverdiler sorgusuz sualsiz Çekip gittiler ellerini...
Büyük beyaz bulutların gökyüzünde sıralandıkları ve renkli uçurtmaların çocuklar tarafından kanatlandırıldığı mayıs ayındaydık. Benim için mayıs, kendince güzellikleri olan başlı başına bir mevsim...
Resim çeken kadına, “Shaqiqa” dedim. Öyle utandım ki! Elimi yüzüme kapattım, ama parmaklarımı araladım: “Lkn limadha?” Kadın gülüverdi. Sahici mi, bilemem, “Taerif altturkia.”...
Yağmur bulutunun içine gizlenmiş haylaz bir çocuğum Akarım yeşile bir şeytan uçurtmasının tepesinden Alacakaranlıkta haykırır delirmiş güneş Hain, cimri ve kıskanç Işığını sakladı sisler...
Cemrelerin sıcaklığıyla uykudan uyanan tabiat ana, rahmetin bereketiyle rengârenk giysilerini giymiş görücüye çıkmıştı. Renklerinin sarmaş dolaş olduğu, bayram coşkusunun yaşandığı kırlar, ovalar cennet rengine...
Çocuklar her akşam mektepten çıkarken gidip Devin bahçesinde oynarlardı. Yumuşak, yemyeşil çayırlı, geniş, güzel bir bahçeydi. Ötede beride iri güzel çiçekler çayırın üzerinde yıldızlar...
Evin ışıkları gecenin karanlığını kesse de göz bebekleri tam tekmil gökyüzünü seyrediyordu. Uçsuz bucaksız gökyüzünü… Elindeki oyuncak teleskopla nefes almadan yıldızlara bakıyordu. Onları düşlüyordu...
En çok kokulu tülbendini severdim. Beyaz ve kenarları iğne oyalı tülbendine sinmiş gül kokusu az da olsa güvelenmesin diye dolabına serptiği keskin naftalini açığa...
Sabahın ilk ışıkları güne değmeye başladığında, her günden farklı bir zaman yaşamıyor gibiydik. Her güne benzeyeceğini sandığım bir gün daha başlamıştı sadece… Sadece sanmıştım...