0

 

Pencere kenarındaki tek kişilik karyolayı gösterip; “Yatacağınız yer burası.” dediler. Pencere arka bahçeye bakıyordu. Büyük  kestane ağacı camları delip içeriye girecek gibi. “Özel eşyalarınızı dolaba yerleştiremezsiniz hademe Dila Hanım yardımcı olur.” dediler. Yanıt vermedi. Daha o kadar düşmedim ben. Eşyalarımı pekâlâ dolabıma yerleştirebilirim. Koca köşkte ne işler yapıyordum. Ütüsü, çamaşırı, bulaşığı… “Akşam yemeği tam sekizde.” dediler. “Evimde de o saatlerde yerdim. İsabet olmuş. ’’ dedi. “Hayırlı istirahatlar.”deyip çıktılar odadan.

Pencere kenarındaki yatağa uzandı. Artık yeni yatağı burasıydı. Odaya baktı. Mavi boyalı duvarlara… Nasıl da daracık… Daha bir saat evvelinden komşusu Fadime Hanım onu uğurlarken “ O koca köşkü kimlere bırakıp da gidiyorsun Selma Hanım?” dediydi.

Pencereden dışarı bakındı. Bahçede oturan huzur evinin sakinleri gözüne ilişti. Omuzları şallı kadınlar, elleri bastonlu beyler… Dişleri takmadır bunların. Çoğu bunamıştır.  Anlatır anlatır da bitmez eskileri. Ya ben… Ben öyle miyim ya!

Geçen haftalarda uyuyamadığı için doktoruna gitmiş, terleye sıkıla;

“Uyuyamıyorum doktor bey! Her gece evin kapısına kilit üstüne kilit vuruyorum. Zenginlere dadanan hırsızlar, kesik başları çöplerden çıkan kadınlar, parası için tuzağa düşürülen emekliler… Aklıma geldikçe beynim çatlayacak’’

Doktor da önündeki reçeteden bir yaprak kopartıp;

“Kayganız, tasanız çok. İlacınızın dozunu artırmakta fayda var. Böyle giderse sonunuz tımarhane… Neden huzur evine yerleşmiyorsunuz? Orada rahat edersiniz.”

“Nasıl olur? Yaşım ancak elli. Her işimi kendim görüyorum, elim ayağım tutuyor.’’

‘’Yine de bir düşünün derim ben. Karar pek tabi ki size kalmış.’’

Tımarhaneye düşmektense huzur evi derdimin çaresi olabilir mi sorusuna yanıt ararken çıktı doktorun muayenesinden.

“ Alışırım illaki. Hem ben de devirmedim mi ellileri” derken vermişti kararını.

Kalktı, dolabına elbiselerini yerleştirdi. Terliklerini, altın rengi sabahlığını, diş fırçasını, bigudilerini… Çerçeveli fotoğraflarını çıkarttı. Komedinin üzerine koydu. Bir, yirmi üç nisan günü okul bahçesinde çektirdiği fotoğraftaki çocuklara baktı uzun uzun. Çalışmamış, hiç çocuk eğitmemiş gibi olduğunu fark etti. Otuz yıl nasıl da su gibi akmıştı.

Yoruldu. Pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Evinin güzel bahçesi geldi aklına. Bıraktığında kırmızı gazeller bahçeyi kaplamıştı. Delice açan sarmaşık bu gün yarın geçecekti uykuya. Kış yağmurları bahçeye yeter ama yaz gelince tembihlemişti, komşular sulayacaktı ağaçlarını.

İnsan burada ne ile vakit geçirir ki? Televizyonu açtı. Her kanaldan bin bir gürültü… Olmadı yatağa uzandı. Uyudu bir vakit. Saat tam yedi buçuğa geliyordu ki kapı çalındı. Hademe;

“Birazdan akşam yemeği başlayacak. Yemekhaneye inmeniz gerekli” dedi. İndi. Genişçe, temiz bir salon.  Sağlı sollu masaların hepsi dolu.

Yemek sırasındaydı şimdi. Bütün gözler üzerine dikilmişti. İçindeki tarifsiz acılar yeniden kıpırdanmaya başladı. Yok mu kaçacak bir delik? Saklanacak kuytular çok mu uzaktı buralara?

Aldığı tepsinin içindeki tabaklardaydı gözü. Azıcık çorba, haşlama et, pilav, çokça salata. Doymam ki bunlarla. Tatlıdan kusur bu sofra. Hani benim aşurelerim, bol tarçınlı sütlaçlarım, güllaçlarım. Tevekkeli tansiyondan şekerden arındıracaklar bizleri.  Masalara doğru ilerledi.

“Onca yıl çalış dur sonra da bir kenara atıl’’ diye serzenişte bulunuyordu masada oturan bayan. Sesi güzeldi. Çöktü iki kişinin oturduğu masaya.

“Yeni mi geldiniz buraya?” dedi karşısındaki gözlüklü bayan. Saçları gür ve sağlıklı görünüyordu.  Elleri de güzeldi. Parmakları incecik…

‘’Bugün geldim.’’

“Çok da gençmişsiniz” dedi gözlüklü bayanın yanında oturan kadın. Öylesine yaşlıydı ki, konuşurken ağzından ekmek parçaları tabağına düştü.

“Yalnızlıktan bunaldım ben. Bu yüzden buradayım’’ diye devam etti. Gözlüklü bayan;

“Hoş geldiniz o zaman. Ben Müberra, yanımdaki Ayşe Hanım. Buranın meşhur tonton teyzesidir kendisi.’’

“Selma” dedi sessizce. “Emekli öğretmen Selma…” İştahı kaçtı birden. Üzerine üşüşen gözlerden kurtulamıyordu.

“Aaaa, bunun dişleri takma değil be Müberra!”  dedi Ayşe Hanım. Hayretten ağzı bir karış açık.

“Görmüyor musun Ayşe Hanım. Selma bizim gibi çok yaşlı değil. Orta yaşta Selma Hanım. Değil mi Selma Hanım?’’

Onay istercesine gözlerine baktı.

“Görünüşüm önemli değil. Benim ruhum yaşlı. Hem de çok yaşlı’’ dedikten sonra ikisi de anlamsız, boş gözlerle baktılar Selma Hanım’a. “Kaba mı davrandım acaba?” diye geçti içinden Selma Hanım’ın.  Müberra Hanım’ın silik gözlerini masada bırakıp, yanlarından ayrılırken odaya çıktı ağır ağır. Taş basamaklara akşamın soğuğu çökmüştü. Tek kişilik yatağına uzandı. Karanlık bahçenin gölgesi üzerine düşmüştü. Büyüdü karanlık. Bir vakit sonra yine kapı çalındı. Alışkın değildi kapının çalmasına.

“Girin” dedi yüksek sesle. Hemşire kapıda belirdi.

“Selma Hanım, huzurevimizin sakinleri sizinle tanışmak istiyor. Biz aramıza yeni katılanlara kendi aramızda hoş geldin partisi hazırlarız. Kocaman bir yaş pastayı kesip çay saatinde sizin onurunuza dağıtacağız’’ dedi gülümseyerek. Hemşireye baktı. Başındaki tokalı kepe… Ne kadar da hayat dolu genç bir kız. Bugün için burada gördüğü en güzel yüzdü.

“Kusura bakmayın, ben bu akşam yalnız kalmak istiyorum.’’ dedi mahcup bir ses tonuyla.

‘’Neden?’’ diye sordu hemşire pembe dudaklarıyla gülümseyerek. Mavi gözleri ışıl ışıl yandı. Gençliği geldi bir an gözlerinin önüne. Hemşirede kendini gördü.

“Ağlayacağım” dedi.  “Nedense bu akşam içimden sadece ağlamak geliyor.”

Serpil Tuncer

Leave a Comment

İlgili İçerikler