0

“Ayağın toprağa bassın kızım.”
Bunu annem söylemişti. Annem, yıllar önce göçüp geldiği şu koca şehirde beni yapayalnız bırakmadan önce son kez bu sözü söylemişti. Büyük insanlar büyük laflar ederdi, küçük insanlar genelde bir şey söylemeden ölürdü. Ama ne büyük ne küçük olanlar yani orta insanlar büyüklerin laflarını değiştirip söylerdi genellikle. Annem de sanırım orta bir insandı. İnsanlar anne- babalarını çok sık eleştirirler. Olsun, Kızmıyorum ona.Kızmayı da düşünmüyorum.

Cenaze için iznim bugün bitmişti. Patronum beni saati göstererek bekliyordu. Aslında o gün bilerek geç gitmiştim işe. Biraz daha ayrıcalık olur mu diye beklemiştim. Olmamıştı. Bu dünya acımasızdı. Cenazeler mezarlarda soğuyabilir, musallada bekleyebilirdi, birkaç Fatiha eksik gidebilirdi ölünün arkasından. Ama iş beklemezdi, bekletilemezdi. Yıllardır oluşturduğumuz bir birikimvardı aslında. Kendi deneyimlerimizle, tırnaklarımızla söke söke bu çatıyı sıfırdan inşa etmiştik. Bundan yirmi yıl öncesi henüz ortada bir şey yokken şu an saatini gösteren adam kapımı çalmıştı. O zamanlar birkaç yere girmiş çıkmış, vaziyette işsizdim. Annemin arkadaşı vasıtasıyla beni bulmuş, heyecanlı bir şekilde kurulacak işi anlatıyordu mutfakta bir yandan bir şeyler içerken. Dinledim. Kendi pozisyonum da hoşuma gitmişti. Home-ofis tarzında salaş bir işti. İş yerimiz lüks bir yerdeydi. Balkonlarımız vardı şehri gören. Ben yapmasam bile bazı arkadaşlarımız domates, biber, fesleğen ekmişlerdi. Yemek yediğimiz kantinde kendi ürünlerini getirip, büyük bir zevkle kesip doğrarlar ve sonra yerlerdi. Onların o an ki mutluluğu çok farklıydı aslında ama herkes başkasının mutluluğunu görebiliyordu sadece. Birisinden birisi hiçbir zaman aynaya bakmadı, bakamadı. Çünkü herkes korkuyordu. Herkes domatesin verdiği mutluluktan korkuyordu. Küçücük balkonlarda yetiştirilen birer dilim organik domateslerden bir gün sonra market domatesine talim oluyor ve şikâyet etmiyorduk. Aslında herkesin dilindeydi bu, herkes birbirine sürekli söylerdi. Ama kimse kendisinişikâyet etmiyordu. Çünkü insanoğlu cevabını veremeyeceğisorular sorardı kendisine. Yanıtı olmayan sorular sorardı. Başkasından duyacağımız ve bile bile duyacağımız bir milyon yalandan daha çok acıtırdı kendimizin cevap veremeyeceği sorular. Sormazdık. Sormadık. Sormadım. Soramadım. Ta ki annemin öldüğü o güne kadar.

Memleketten birkaç uzak akraba gelmişti. Apartmanımızdan gelen çok kişi vardı. Annemin tiyatrocu arkadaşlarının da birçoğu gelmişti. Hepsiyle tek tek konuştuk. Yıllardır tanırdım zaten hepsini. “Çok iyi insandı; büyük bir değerdi, Allah, cennetine inşallah koyar, tiyatro ona minnettardı” vs. bir sürü lafı kayıtsızca dinledim. Hepsine teşekkür ettim. Memleketten gelen uzak akrabalar dikkatimi daha çok çekmişti açıkçası. Onlar pek konuşmadılar. Sessizce oturdular sadece. Bir köşede söylenenleri dinlediler. Diğer gruplar onların varlığından bile habersizdi.

Kalabalık dağılmaya başlamıştı. Herkes gitmeye yelteniyordu. Onların kalması için ısrar ettim. Bu gece misafirim olacaklardı. Ortalığı toparlamama yardım ettiler. Onlara yatacak yerlerini gösterdim, odama çekildim. Bu gece en zor geceydi benim için. Annem, turnelere gittiği için, bu evde uzun süre yalnız yaşamıştım aslında ama öldükten sonra ilk defa tek kalacaktım. Annesizliğin bir tarifi olamazdı. Kimse bu konuda kimseye teselli veremezdi. Sabaha kadar yataktan çıkmadan ağladım. Ama bu hıçkırarak bir ağlama değildi; için için, sessiz bir ağlamaydı. Sabah uyandığımda misafirlerim beni mutfakta karşıladılar. Çay demlenmiş, kahvaltı hazırlanmıştı. Alışkın değildim ama kahvaltıya. Genelde bir kahve içer, yanına da hızlıca bir şeyler atıştırır ve işe koşardım. O an annemle evde hiç kahvaltı etmediğimizifark ettim. Otuz beş sene boyunca hiç kahvaltı etmemiştik. Böyle bir alışkanlığımız yoktu çünkü.
-Kızım, gel biraz ye. Hiçbir şey yemedin.
Bunu söyleyen annemin teyzesinin kızıydı. Çocukluğu annemle beraber geçmişti. Annem, evden on dokuz yaşında kaçarken ona yardım eden kişi oydu. Sonrasında evlatlıktan reddedildiği için onunla da pek görüşememişti. Birkaç kez baba ocağına dönmeye çalışmış ama yapamamıştı. Hem onların bir kez daha reddedeceğinden korkmuş hem de gitmek istememişti. İşte, işte annem… Hayalinin peşinden koşarak, büyük bir tiyatrocu olan ve sonrasında unutulan annem… Raziye teyze ise orada kalmış ve evlenmişti. Annemin öldüğünü duyunca eşiyle birlikte koşarak gelmişlerdi. Son bir kez olsun görememişti onu. Eski bir fotoğraf vermişti bana dün. Ona gösterdim. Acı acı gülümsedi.

-Soldaki benim. Elinde bayrak olan… Sağdaki annen. Ortada duran ise kardeşim. Bu fotoğraf yirmi üç nisanda çekilmiş. Yıllar sonra okul müdürü bana ulaştı. Bir kopyasını aldım. Fotoğrafın çekildiği gün, bizim için dönüşü olmayan bir başlangıçtı. Galiba annenle benim olduğum tek fotoğraf.

Gülüyordu annem. Çok içten gülüyordu. Yeni açan bir çiçek gibi gülüyordu. Onun o sıcak gülüşünü özlediğimi fark ettim. İnsanın gülüşü hiç değişmiyordu. Anlatıyordu Raziye teyze. Çocukluğunu, yani annemi anlatıyordu. Onunla olan oyunlarını, birlikte kurduğu hayallerini anlatıyordu. Genellikle evcilik veya bahçede çamurdan ev yapma oyunu… Yani yine evcilik… Fotoğrafın çekildiği gün bir tiyatro izlemişti bütün okul. O gün kafasına koyar bu iki genç kız. Onlar tiyatrocu olacaklardır. Oynadıkları oyunlar tiyatro gösterilerine döner tümden. Dikilen kostümler, yapılan dekorlar, çizilen afişler. Çocukluk ve gençlik tiyatro hayalleriyle geçer. Yaş büyüdükçe dünya küçülür derler. Bu iki genç kız büyüdükçe sığmaz ele avuca. Yaşadıkları yer küçük gelir. Hayaller vardır. Hayatlar ise kısadır. Yapılması gereken yapılmak zorundadır. Kaçma fikri zihinlerinin bir köşesinde sürekli vardır. Annem başarır. Raziye teyze başaramaz. Bırakamaz toprağını, annesini, babasını, evini. Yapamaz.

Bu hikâyeyi annemden sürekli dinlemiştim aslında. Ana fikir aynıydı. Ayrıntılar üzerine çalışan zihnimde ise bir sürü soru oluşmuştu. Anlattıkları farklıydı. Annem daha üstünkörü anlatmıştı. Raziye teyze ise duygusaldı. Çocukluğunu, annemi ve en önemlisi pişmanlıklarını anlatıyordu aslında. Kaçamayan Raziye teyze pişmandı. Gurur duydum annemle. O başarmıştı. O anda Raziye teyze küçüldü gözümde. Ufacık kaldı. Sandalyede yer kaplamıyordu sanki. Ayakları yere değmiyordu. Okumamış bir insandı o. İş hayatını, sanatı, tiyatroyu bilemezdi. Gittikçe küçülüyordu kafamda. Onu tiyatro sahnesinde hayal ediyordum. Giydiği günlük kıyafetlerle seyircinin karşısına çıkmıştı. Salon tıklım tıklımdı. Herkes ona bakıyordu. Herkes ona dikkatle bakıyordu. O ise tedirgindi, ürkekti. Konuşamıyor, terliyor, sağına soluna bakıyordu. Kaçacak bir yer arıyordu. Ama kaçamazdı. Kaçmasına izin vermezdim. Onun rezil olması hoşuma gidiyordu. Mahcuplaştıkça eriyor, eridikçe daha da tükeniyordu. Aslında Raziye teyze bitiyordu. Annemle mücadele edemezdi. Etse bile kazanma ihtimali yoktu asla. Ama kafamda ne kadar rezil olursa olsun yok olmuyordu Raziye teyze. Dimdik ayaktaydı şu an. Annem ise yok olmuştu. Birden içimi derin bir üzüntü kapladı. Düşündüklerimden dolayı utanç duydum. Sonra Raziye teyzeye baktım. O ana kadar kadına ciddi bir şekilde bakmadığımı fark ettim. Daha dikkatli bakınca Raziye teyzenin annem kadar yaşlanmadığını fark ettim. Henüz saçları bile bembeyaz değildi. Grileşen yerler vardı sadece. Stres, annemi terk eden babam, benim sorumluluğum ve geçim derdi annemden çok şey götürmüştü. Raziye teyze ise diriydi. Eşi sağdı. Yanındaydı. Buraya kadar geldiğine göre hâlâ aralarında bir sevgi bağı olduğunu söylemek mümkündü. Sonra Raziye teyzenin eline baktım. Gördüklerime inanmam için uzun süre bakmam gerekliydi. El ele tutuşuyorlardı. Az önce ben, annemle Raziye teyzeyi savaştırırken uzun süre Raziye teyzenin yüzüne bakmıştım. Onun da bana bakabileceğini hesaplayamamış ve bu yaşlı iki insanı korkutmuştum. Çünkü gözlerimden nefret saçıyordum. Beynimin uyuştuğunu hissettim.Hiçbir şey söylemeden lavaboya koşarak elimi yüzümü yıkadım. Kafamı kaldırdığımda gözlerimin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Dün geceki ağlamamın sonuçlarıydı bu. Raziye teyze ve eşi hiçbir şey söylememişlerdi ama berbat görünüyordum. Yaşadığım son haftadan dolayı saçlarımı boyatamamıştım ve tekrar beyazlar çıkmaya başlamıştı. Annemi, içerde oturan kadını ve kendimi düşündüm aynaya bakarak. Annem kazanmıştı belki ama çok şey kaybederek kazanmıştı. İçeri tekrar girdim. Masayı toplamışlardı. Raziye teyze son olarak masayı siliyordu.
-Köye ne zaman döneceksiniz Raziye teyze?
-Bugün akşama biletimiz var kızım.
-Peki, otobüste başka yer var mıdır?

Otobüsün camına kafamı dayadığımda patronumu düşündüm. Yarın iznim bitiyordu. Patronum, ben biraz gecikince saatini sürekli gömleğinden dışarı sallayacak ve benim geleceğim dakikaya kadar hazır olacaktı. Ama bu hazırlık boşunaydı.

İbrahim Gül

Leave a Comment

İlgili İçerikler