İZMİR İSTANBUL’DAN DAHA MI GÜZEL? Kitap imzalamak bahanesiyle, seni görmek için yollara düştüm. Yorucu bir yolculuktan sonra işte geldim. Merhaba İzmir. Şöyle bir baktım...
Bakkaldan içeri heyecanla girdi profesör. Her gün işten gelince sitenin bakkalına uğrar, ekmek çay gibi evin ihtiyaçlarını alır, hemen bakkalın üstündeki evine çıkardı. İşi acele değilse bakkal ile sohbet eder, bir müşteri gelirse hemen çıkardı bakkaldan. Hele sitede oturan öğrencilerini bakkalda görürse selam verir geçerdi. Fazla yüz göz olmak istemezdi.
Bakkala gelen profesöre bakkal Abdülaziz Efendi manalı, manalı bakarak;
—Hocam öğrencilerinizi sıkmıyor musunuz biraz?
Profesör bakkalda sağa sola bakarak “bana mı söylüyorsun, yoksa başka başkası mı var?” der gibi dikkatle etrafı kolaçan etti. Sanki manasını bilmediği bir kelimeden söz etmişti yılların bakkalı ona.
Profesör de bakkala manalı, manalı bakarak:
“Ben mi Abdülaziz Efendi” dedi. Bakkal gülerek:
“Hoca iyi niyetinizi anlıyorum. Öğrencilerinizi çok seviyorsunuz ama bana verdiğiniz kitapları okuyorum gelişiyoruz, ben ve çocuklarımız faydalanıyoruz ama…”
Profesör biraz kızmıştı, sesini yükseltti kızgınlığını belli ederek;
“Ama… Abdülaziz Efendi ama…”
“Disiplinli tutumunuz, çok ödev vermeniz öğrencileri sıkıyormuş. Bana illa hocamıza söyle az ödev versin, başka şeylere de zaman ayıralım diyorlar.
Profesörün kızgınlığı geçmişti. Kahkaha ile gülecekti ki kendini zor tuttu. Tam o anda bakkala türbanlı bir kadın gelmişti. Kenara çekildi. Kadın alışverişini yapıp gitti. Bu üç beş dakika da profesörün kızgınlığı biraz geçmişti. Gülmesine devam ederek;
“Abdülaziz Efendi siz lise terk insansınız üniversite okumadınız, çocuklarınız okudu ama siz okumadınız. Biz buraya gökten inmedik. Bir disiplin içinde ilim tahsil ederek geldik. Bu çocuklar başarılı olmak, başarıyı yakalamak istiyorlarsa disiplin olacak. Anne ve babaları buraya onları hocalarınızı bakkala şikâyet edin diye yollamadı. Öğrenciler samimiyse beni görünce kaldırım değiştireceğine gelip de size anlattıklarını bana anlatsınlar. Anlatamıyorlar niye özgüven yok. Sizde özgüven olduğundan anlatıyorsunuz. Bizim amacımız özgüvenli öğrenciler yetiştirmek. Ama onlar “Közgüvenli öğrenciler” olmak istiyorlar.
Bakkal o zamana kadar yapmadığı bir şeyi yaparak profesöre çikolata ikram etti. Profesör şaşkınlıkla bakkala bakarken bakkal merakla,
“Hocam özgüvenli olmayı bilirim de közgüven ne demek?”
Profesör şaşkınlıkla;
“Sen köz görmedin mi Abdülaziz Efendi” dedi.
Bakkal “Közü bilirim ama közgüveni ilk defa duyuyorum”
“Közgüven işte o köz gibi kendine güvenen aniden parlayan aniden sönen özgüven Abdülaziz Efendi. Gençlerde özgüven olsa beni size şikâyet etmek yerine ya fakültede odama gelirler, ya da evlerine çaya davet ederler. Evlerine bilgili adamı davet etmezler ama eğlenmekten, boş konuşmaktan, sigara içmekten başka şey bilmeyenleri davet ederler. Bir bakkal olarak sohbet ediyorsunuz ama sizi diyelim ki kapıcımıza şikâyet eden ama sizin yanınızda susan bir insanı bakkal çırağı yapar mısınız?
Bakkal, “yapmam, yapmam” dedi.
Profesör cimri bakkal Abdülaziz Efendinin çikolatasını yerken güldü; “Ben de onları asistan olarak almam. Kitaba para vermek istemeyen, hocasını bakkala şikâyet eden, gelişmek istemeyen ama genel müdür olmak isteyene sen iş vermiyorsan kimse vermez!”
Bakkal:
“Hocam biliyorum da gençler anlamıyor işte.”
Profesör çikolatanın son parçasını da ağzına attı. “Anlamak istemiyorlar, anlamıyorlar değil. Görmek istemeyenden kör, duymak istemeyenden daha sağır kimse olamaz. Beni sana şikâyet edeceklerine anlama engelli hallerini düzeltsinler. Beni kim şikâyet etti adını bile öğrenmek istemem. Gerçek bu Abdülaziz Efendi.” dedi.
Bir müşteri geldi. Bakkal onunla ilgilendi. Profesör bakkal müşteri ile ilgilenirken evine doğru çıktı. Müşterisi çıktıktan sonra bakkal, etrafa baktı. Kimse yoktu. Herif gerçekten hoca, dersini verdi gitti anlamak isteyene diye mırıldandı.
Turan Yalçın