0

Ahmet, yemeği biraz fazla kaçırmıştı. Üzerine bir ağırlık çöktü. Saate baktı, üç buçuğa geliyordu. Evden beşte çıksa bile rahatça yetişebileceği için kanepeye uzandı. Kısa bir süre sonra uyuyakaldı.

Uyandığında geç kaldığını düşündü, hazırlanmak için hızla banyoya gitti. Yeni kalkmış olmanın verdiği uyku sersemliğini yok etmek için buz gibi suyu yüzüne çarptı. Bu, biraz da olsa Ahmet’i kendine getirmeyi başardı. Kolunda saat olmasına rağmen banyodan kafasını uzatıp, salondaki duvar saatine baktı. Bunu her yaptığında kızı gülerek,

“Baba, kolundaki saate neden bakmıyorsun?” der ve gülerdi.

Saat, beşe çeyrek vardı. Ahmet için düğün hazırlığının en zor kısmı hangi takımı giyeceğiydi. Lacivert takımı çok sevmesine karşın, eşi, her zaman erkekler için siyahtan daha zarif bir renk olmadığını söylerdi. Özellikle de düğünler için önemini dile getirmeden geçmezdi. Ahmet, sırf kombin olsun diye kırmızı kravat takmayı mantıklı bulmasa da eşinin isteğini kolay kolay geri çeviremezdi. Ahmet, eşinin yeşil kıyafet giymemiş olmasına sevindi. Eğer öyle olsaydı, Ahmet’in yeşil kravat takması gerekecekti. Yeşilden nefret ederdi. Neden yeşilden nefret ederdi? Bir nedeni olmasına gerek, yoktu aslında. Renkler ve zevkler tartışılmazdı.

Banyodan çıkmak üzereyken son bir kez daha aynaya baktı. Aslında siyah takım ile kırmızı kravat hiç de fena olmamıştı. Ahmet için düğünün en önemli kısmı ise fotoğraf makinesiydi. Muhtemelen düğün fotoğrafçısından daha fazla fotoğraf çekecekti. Gittiği düğünlerde hep böyle olurdu. Bunun nedeni, gençken iki sene kadar bir fotoğrafçıda çalışması ve daha sonra hobi olarak devam etmesiydi. Fotoğraf makinesini alıp, evden hızla çıktı. Metro ile ortalama yarım saat yolculuktan sonra varmak istediği yere geldi. Biraz erken geldiği için fotoğraf makinesini çıkardı ve makineyi kontrol etmek için bazı çekimler yapmaya başladı. Önce boş bir bankın fotoğrafını çekti. Daha sonra süs havuzunun yanındaki bir kızın fotoğrafını çekti. Kız, gülümsedi ve el salladı. Ahmet herhangi bir karşılık vermedi. Saat kulesinin altına geçti. Makinesinde bazı ayarları yaptıktan sonra makineyi kaldırdı ve önünden geçen bir kadının fotoğrafını çekti. Kadın birden Ahmet’e döndü;

“Neden fotoğrafımı çekiyorsun kardeşim?”

Ahmet cevap vermedi. Kadın, gayet kibar bir biçimde,

“O fotoğrafı siler misin?” dedi.

Ahmet cevap vermeyince kadın sinirlendi ve fotoğraf makinesini almak için elini uzattı. Ahmet, makineyi yana çekti ve hızla yürümeye başladı. Kadın bağırmaya başlayınca, saat kulesinin hemen arkasındaki karakoldan bir polis koşarak yanlarına geldi. Kadın, Ahmet’in izinsiz bir şekilde kendi fotoğrafını çektiğini ve ondan şikâyetçi olduğunu söyledi. Polis, kadın ve Ahmet’i karakola götürdü. Polis, başkomiserin odasının kapısını tıklattı ve içeri girdi. Durumu anlattı. Başkomiser, sadece kadının gelmesini istedi. Polis, kadının başkomiserin odasına girebileceğini söyledi. Kadın odaya girdi. Başkomiser, kadına oturabileceği bir yer göstererek,

“Buyurun hanımefendi oturun.” dedi.

* * *

Ahmet, askerden döneli bir yılı geçmesine rağmen hâlâ kendini ve müstakbel ailesini geçindirebilecek maaşı olan bir iş bulamamıştı. Aslında birçok iş buldu ve çalıştı. Fakat hiçbiri maaş açısından tatmin edici işler değillerdi. Sonunda, istediği gibi bir iş bulmuştu ve bunu yemekte Sibel ile paylaştı. Sibel’in çok sevineceğini düşündü ama Sibel pek mutlu olmuş gibi görünmüyordu. Ahmet her iş bulduğunda Sibel’e heyecanlı bir biçimde işi anlatır, Sibel mutlu olur ve beklentilere girerdi. İşlerin düşündüğü gibi olmadığını fark ettiğinde Ahmet’in iyi bir iş bulabileceğine inancı zamanla azalmıştı. Bu sefer farklıydı. Ahmet işi anlattıkça Sibel bu işin gerçekten de diğerlerinden farklı olduğunu gördü. Kısa bir sessizlikten sonra Sibel donuk bir ifadeyle, “Sence ailelerimiz evlenmemize izin verecek mi?” diye sordu. Bu soru üzerine Ahmet’in morali biraz bozulsa da çok belli etmedi, sadece “Tabii ki verecekler.” demekle yetindi. Aynı günün akşamı her ikisi de ailesi ile görüştü. Ahmet’in ailesi Ahmet’in diğer denemelerinin aksine daha olumlu konuştular. Bu durum bile Ahmet’i sevindirmeye yetmişti. Sevinçle Sibel’i aradı. Sibel telefonu açtı, “Efendim” dedi. Sesi çok mutsuz geliyordu. Ahmet bu durumu fark etmemiş gibi davrandı. “Konuşabildin mi sizinkilerle?” Sibel, ailesi ile o kadar uzun bir süre konuşmuştu ki ailesinin hiçbir şekilde izin vermeyeceğine kanaat getirdi. Sibel sadece, “Ben artık buralardan gitmek istiyorum ve seninle evlenmek istiyorum.” diyebildi. Bu söz üzerine Ahmet’in kafası allak bullak oldu. Ahmet, “Yarın buluşup detaylı konuşalım.” dedi. “Tamam, yarın görüşürüz o zaman” dedi ve telefonu kapattı.

O gece ne Ahmet ne de Sibel uyuyabildi. Ertesi sabah Ahmet, iş yerinden izin aldı. Sabah erkenden buluştular. Sibel kafaya koymuştu, artık burada yaşamak istemiyordu. Ahmet farklı öneriler sunmasına karşın bunlarla Sibel’i ikna edemeyeceğinin farkındaydı. Sonunda, Ahmet “Tamam” dedi. Nasıl yapacaklarını detaylı bir şekilde konuştular. Ahmet ailesine Sibel ile farklı bir şehre gidip evleneceğini söyleyemedi. Sadece yarın akşam iş için farklı bir şehre gitmesi gerektiğini söyledi. Nasıl olsa daha sonra anlatabilirdi.

Ertesi akşam, annesinden ve babasından helallik aldı. Sibel ile buluştular. Sibel çoktan biletleri almıştı. Ahmet, nedenini bilmediği bir sebepten dolayı endişeliydi. Sibel ise Ahmet’in aksine son birkaç ay içerisinde hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Bir hafta içerisinde evlendiler. Düğün yapmadılar, zaten çevrelerinde çağırabilecekleri kimse yoktu. Ahmet yaklaşık bir ay sonra durumu ailesine anlattı. Anne ve babası, Ahmet’in habersiz bir şekilde evlenmesinden dolayı üzülseler de önemli olan çocuklarının mutluluğuydu. Sibel ise evlendikleri gün, annesini arayıp söyledi. Babası durumu öğrendiğinde hiçbir şey söylemedi ama durumdan hoşnut olmadığı belli oluyordu. Ahmet ile Sibel uzun bir süre maddi sıkıntı çekti. Her ikisinin ailesinin de maddi durumları iyi olmadığından pek fazla destek olamadılar. Her ikisi de çalışmasına rağmen maddi durumları uzun süre düzelmedi.

Ahmet çocukları olsun istiyordu. Sibel maddi durumlarından dolayı çok endişeliydi. Kısa bir süre sonra şansları yaver gitti, Ahmet maaşı güzel bir iş buldu. Sibel’in ise işteki pozisyonu değişti ve ciddi bir maaş artışı gerçekleşti. Pek fazla maddi sıkıntıları kalmadı. Artık her ikisi de çocuk istiyorlardı. Fakat çocukları olmuyordu. Uzun bir süre tedavi gördüler fakat çocukları olmadı. Yaklaşık beş sene sonra bir mucize gerçekleşti. Sibel, eşine güzel bir akşam yemek hazırladı ve hamile olduğunu söyledi. Ahmet mutluluktan yerinde duramıyordu. Gözünden birkaç damla yaş geldi. Doğum sıkıntısız bir şekilde gerçekleşti. Her ikisinin de anneleri ve babaları gelmişti. Ahmet, hiçbir yere fotoğraf makinesi olmadan gitmezdi. Tabii ki, doğuma da getirmişti. Hemşireden toplu bir fotoğraf çekmesini rica ettiler. Bu fotoğraf, herkesin bir arada ve mutlu olduğu tek fotoğraf olarak kaldı.

* * *

Ahmet telefonun çalmasıyla uykusundan uyandı. Tüm gece çalışmıştı, sabaha doğru yattı. Eşi düğüne geç kalmaması için aramıştı.
Ahmet telefonu açtı,
-Efendim canım
-Nasılsın canım? Uyuyor muydun?
-İyiyim canım, uyuyordum.
-Akşam düğün için saat kulesinin orada buluşalım mı?
-Olur. Altı civarı uygun mu sizin için?
-Uygun canım. Akşam görüşürüz, geç kalma.
-Görüşürüz canım.
-Ha bu arada kırmızı kıyafetimi giydim. Kombin yapmayı unutma.
-Not alıyorum, kırmızı kombin kravatı giyilecek.
Ahmet gülerek telefonu kapattıktan sonra hemen hazırlanmaya başladı. Siyah takımını giydi. Tabii ki kırmızı kravat ile. Fotoğraf makinesini aldı ve çıktı. Metro ile saat kulesinin olduğu durağa gelmesi yaklaşık yarım saat sürdü. Saat kulesine yaklaştığında eşini ve kızını göremedi. Çevreye göz gezdirirken kızının el salladığını fark etti. Saat kulesinin karşısındaki bankta oturuyorlardı. Ahmet yaklaştı ve fotoğraflarını çekti. “Süs havuzunun yanına geçin. Orada da bir tane çekeyim.” dedi. Bir poz da orada çekti. Daha sonra saat kulesinin altına geldi. Eşi ve kızı karşısına geçti. Ahmet, fotoğraf makinesinde bazı ayarlar yaptıktan sonra makineyi kaldırdı. Tam fotoğrafı çekmek üzereyken bir araba sesi duydu, kadrajda yeşil bir araba gördü ve deklanşöre bastı. Arabanın çarpmasıyla kızı bir tarafa eşi bir tarafa savruldu. Kanlar içinde yatıyorlardı. Ahmet dona kalmıştı, sadece titriyordu. O sırada başkomiser karakolun önünde sigara içiyordu ve tüm olaya şahit olmuştu.

* * *

Başkomiser kadına, “Size Ahmet’in başına gelen olayı anlatayım. Olay olduğu sırada ben karakolun önünde sigara içiyordum. Kazayı görünce koşarak yanlarına gittim. Ambulansı çağırdım, hastane yakın olduğu için beş dakika içinde geldiler. Ambulans geldiğinde, kız çoktan ölmüştü. Eşi ise hastaneye gidemeden öldü. Kaza gerçekleştiği sırada yoldan geçen bir gazeteci fotoğraf makinesinin içindeki hafıza kartını almış. Bir insan nasıl bu kadar vicdansız olabilir. Hâlâ aklım almıyor. Çekilmiş olan son fotoğrafı, Ahmet’in son anda çektiği, arabanın çarpmak üzere olduğu fotoğrafı almış. Tabii biz bunu o kaos ortamında fark edemedik. Ahmet’in cebinde acil durumlarda ulaşılabilecek kişi olarak kuzeni Mert yazılıydı ve hemen altında numarası vardı. Mert’i aradık ve durumu anlattık. Kısa bir süre sonra geldi. O gece Ahmet’in yanında kaldı. Ahmet’in tüm gece koltukta hareketsiz oturduğunu ve hiç uyumadığını söyledi. Ertesi sabah dışarı çıktıklarında bir büfenin önünden geçerken Ahmet’in gözüne bir haber takıldı. Mert arkasını dönüp Ahmet’in gazeteye baktığını görünce haberde hemen iki tane resmi fark etti. Biri kazadan sonra eşi ve çocuğunun yerde yatan cesetleri diğeri ise arabanın çarpmadan önceki Ahmet’in çektiği fotoğraf. Ahmet, bunu görünce deliye döndü. Ortalığı kırıp döktü. Mert zor sakinleştirdi. Mert sürekli yanında kalamayacağı için hastaneye yatırdılar. Ahmet, uzun bir süre hastanede kaldı. Mert sık sık ziyaretine gitti. Gazeteye tazminat davası açıldı ve yüklü bir miktar tazminat alındı. O günden beri Ahmet, her gün kazanın olduğu gün neler yaptıysa onları tekrarlar. Siyah takımını ve kırmızı kravatını giyer. Fotoğraf makinesini alır ve saat kulesinin yanına gelir. Her zaman üç tane fotoğraf çeker. Bazen fotoğrafı çekilen kişiler şikâyete gelir. Durumu anlattığımızda, sağ olsunlar anlayış gösterirler ve şikâyette bulunmazlar. Tekrar hastaneye gitmesini istemiyoruz. Onların öldüğünü kabul etmek istemiyor.” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Kadın biraz durakladıktan sonra şikâyet edilecek bir durum olmadığını anladı ve karakoldan ayrıldı. Başkomiser kapının önüne çıktı. “Oğlum, Ahmet’in akrabası var ya Mert, arayın gelsin alsın Ahmet’i.” dedi ve odasına girdi. Tüm olay bir kez daha gözünün önünden geçti. Bir an için kendi başına gelse nasıl hissedeceğini düşündü. Kendi kendine kısık bir sesle “Allah düşmanımın başına vermesin.” dedi.

Metin Alnıaçık

Leave a Comment

İlgili İçerikler