Ne gerçek söyleyeyim Bilmem ki Hasretinle kaç yıl eskittiğimi mi Adın geçen bütün satırları Tekrar tekrar okuduğumu mu Güz mevsiminde düşen her yaprakla Toprağı...
Ne gerçek söyleyeyim Bilmem ki Hasretinle kaç yıl eskittiğimi mi Adın geçen bütün satırları Tekrar tekrar okuduğumu mu Güz mevsiminde düşen her yaprakla Toprağı...
Çıtır çıtır yanan odunların sesi ninni gibi geliyordu kulağına. Paltonun yakalarını kaldırmış, nefesinin sıcaklığıyla ellerini ısıtıyordun. Her tarafın soğuktan donmuş gibiydi. Oturduğun sandalyeden arada...
usul usul yayılsın uyku ve ılık ılık kanda bir nehir gezintisindeyiz üşüsün dışarıda tüm maske, yüzler ve bin bir kılık sıcağı seviyor olmalı gölgeler...
Yaşadığım şehirde hazan rüzgârları esmekte şimdi. Yavaş yavaş esen rüzgârın hükmü o kadar geçersiz ki her şey yerli yerinde. Evler, sokaklar, kapıların önlerine park...
Koğuşun kapısının açık kalan aralığından muzır çocuk edasıyla içeriye giren soğuk, havayı değiştirmeye başlamıştı. Her sabah yinelenen bir sahneydi bu. Kimi galiz küfürler savurarak...
esen yelle gelir diyar gurbetten dostun her kelamı muştudur bana tarif edilemez duygu selidir coşar gelir bahar yağmurlarıyla dilekler dilenir Mevla aşkına kadir kıymet...
Şimdi bir yabancıyım ben kendime, Bilmezken kaybettim ben, beni Kayboldum bu şehrin kalabalığında Işıklar yok artık önümde Koca bir karanlık düştü ömrümün bahar bahçesine...
İtina ile tezgâhına dizdi sebzeleri. Güzeller en öne; vasat olanlar, çerik çürükler en geriye değil. Hepsi bir örnek. Bozuk, canlılığını yitirmiş, -kendisi gibi- yaralı...
‘Köklerim sığmadı zamana; silktim ham meyvelerimi utandım da, bir garip ağaç oldum aşk ülkesinde.’ Abdurrahim Karakoç Yengem üstlerinde birer top kaymaklı dondurma olan muhallebileri...