ÖLÜM VE DOĞUM GÜNÜ Bir çukur açıyorum yıllardır. Kazıyorum derine, magmaya yakın en dibe. Çabalıyorum, yoruluyorum, ağlıyorum. Gözlerim şiş, acı dolu uyanıyorum. Öyle bir...
ÜÇ TAŞ VEYA SİDİK YARIŞI
“Toprak yaş olunca güzel kokar.” dedi anam. Toprak kuruyken de güzel kokar. Ben hep kokluyom.
Emmim oğlu Fiko’yu biliyon mu sen? Onunla gittik çayıra. Bizim çayır muhtargilin evin yukarısında. Köyün en yukarısı muhtarın evi. Çayırın yanında başka çayırlar da var. Bizim yanımızdaki emmimin çayırıymış. Araya dikenli telleri geçirmiş emmim. Her yerde komşumuz emmim. Evin altındaki bostanlar da yan yana. Emmim ekti, babam da ekti. Sonra,
“Anama git yanlarını biç, yengem çoktan biçti.” dedi.
Bostanı bölerken emmim babama bağırdı. Babam da bağırdı. Daha da emmim bize gelmez oldu. Biz de gitmiyoz artık. Ama ben kaçıp gidiyom arada. Başımı okşuyor emmim, babam da Fiko’nun başını okşadı.
“Bana benziyon len sen.” dedi emmim.
Babam da Fiko’ya dedi: “bana benziyon len sen.”
Biz iki aile benziyoz zaten. Emmimgilin üç ineği var. Bizim de üç ineğimiz var. Emmimgilin yedi koyunu var. Bizim de yedi koyunumuz var. Emmimgilin beş tavuğu var, bizim de beş tavuğumuz var. Bostanlarımız yan yana, çayırlarımız, topraklarımız hep yan yana. Dikenli teller de arada.
Babam tırpan vurdu, anam orak salladı. Biz de azdık durduk Fiko’yla. Fiko yaramaz, anam öyle diyor. “Uyma ona.” diyor. Uymuyom ki sade oynuyom. O otların içine işedi ben işemedim. İnekler çişli ot yiyecekler diye bağırdım. Gittim taşların arasına işedim. Orada toprak yok hem, kokusu da bozulmaz. Fiko; “Gel dedi biraz da ağacın altına işeyek.”
“Yok,” dedim, “o ağaç dut veriyor bize, ben çişli dut yemem.”
“Oğlum bebek misin, bir şey olmaz.” dedi.
Benden iki yaş büyük diye beni kandıracağını sanıyo. Ben de büyüdüm bir kere, okumayı da söktüm. Anam geldi; “Sidik yarıştırıp durmayın babalarınız gibi.” dedi. Babam da mı işiyor? Hiç görmedim. Anam toprağın üzerine kare çizdi. Üstüne de çizgiler attı. Üç tane de taş koydu.
“Üç taş oynayın.” dedi.
Fiko, “Ben biliyom.” dedi.
Ben de “Biliyom.” dedim.
İlk Fiko yendi, sonra ben yendim. Sonra gene Fiko yendi, sonra gene Fiko yendi. Ben ağladım.
Babam tırpanı bitirdi. Terliydi. Anam orağı bitirdi. O da terliydi. Babam geldi.
“Gel Hayriye senle oynayak.” dedi.
Ben şaştım. Babam sade tırpan vururdu, oyun filan oynamazdı, anam da şaştı. “Hem dinleniriz.” dedi. Anamla babam üç taş oynamaya başladı. Anamın yüzü aydınlandı. Anamın arka dişi yokmuş, hiç görmediydim. Yeni gördüm. Babam, “Hadi Hayriye sende sıra. ”dedi. Babamın sesi çok yumuşakmış. Babamın kaşları birbirine yakın değilmiş. Gözleri kırmızı değilmiş. Babamın gözleri bal rengiymiş. Ne güzelmiş. Ben ikisini izledim. Kim kazandı bilmiyom. Fiko zaten gitti. Gene ağacın altına işedi. O hep işiyor. Çok su içmeyin dediydi anam, dinlemedi gene içti, işedi.
“Çocuk musuz? Yeter durduğuz. Daha yukarı çayır durur. Hadi gari! Âben biçeli hafta olmuş, sen anca burda çocuk eyle.”
Babam yerinden fırladı. “Tamam ana!” Anam orağı kaptı, nenem anama baktı, kaşlarını çattı gene. Nenem anama hep öyle bakıyo. Nenem bana da babama da gülüyo ama anama sert sert bakıyo. Babam da nenem öyle bakınca bakıyo. Anam kalktı. Nenem gelip değneğiyle toprağı karıştırdı, oyun bozuldu, üç taş elimde kaldı. Nenem keşke ölse.
Hava Kantar Yıldırım