0

Bir sabah aynaya bakarken buluyorum kendimi. Önce öylesine, alelade bir bakış gibi geliyor bana. Hani yüzünü yıkarken göz ucuyla kafanı kaldırdığında gördüğün yansıma gibi. Ama öyle olmuyor işte devamı. Bakışma kısa sürmüyor, daha çok yaklaşıyorum aynaya. Özellikle de yatağa kendimi prangalanmış gibi hissettiğim günlerin sabahlarında. Uzayan göz temasının içinden geçiyorum. Aslında gerçek beni görüyorum o sırada ve ben kendimden en çok o an korkuyorum ama bitsin istemiyorum. Derin bir çekim gelişiyor aramızda. Elimde değil, seviyorum bu gördüğüm kadını. Dönüp durduğu yataktan dolayı birbirine girmiş dağınık saçlarını, yüzündeki ince çizgileri nasıl açarım diyen mimiklerini ve lanet olsun ki hâlâ on beşinde ergenmiş gibi yüzünde, özellikle de sol yanağından eksik olmayan o sivilceli sureti. Kızamayışını seviyorum. Kızıyorken aslında bıyık altından gülüşünü, gülerken üst dudağım neden bu kadar ince benim diye bakan sorgulayıcı bakışını, kokusunu seviyorum. Böyle inceden burun direğini inciten kokusunu. İçime içime çekiyorum derin derin. Yüzümde kocaman bir gülümse yaratıyor bu kokunun hatırlattıkları. Ellerini seviyorum, kısa ve derin kesilmiş tırnaklarımla kurumuş yüzüme dokunuyorum. Daha derine indikçe daha çok ben oluyorum.

Yüzleşmem gereken bir şey varsa hemen soruyorum kendime. En zayıf olduğum an kendimi en çok sevdiğim an çünkü. En dürüst olacağım anı kolluyorum ve korkmadan soruyorum. O sorular öyle zor oluyor ki, bazen birden kendi önümde çırılçıplak kalıyorum. Beynimin üzerine dökülmüş betondan sıyrılarak cevap vermemi bekliyorum. Ama susuyorum. Söylemeye korkulanlar daha heyecanlandırıyor beni. Kalp atışımı, yüzüme bir tık küçük ama bana çok yakışan kulaklarımın içinde hissediyorum. Birden dalıp miladımdan sonraya ve şimdimden önceye kayboluveriyorum kendimde. Ama pes etmiyorum. Kendimi görmeyi seviyorum çünkü. Kaldırıyorum başımı gerçekte ben kimim deyiveriyorum.

Önceleri bunu sormak şöyle dursun aklından geçirmek bile korkutuyordu beni. Bunu öğrenmeye hiç tahammülüm yoktu sanki. Kendimle yüzleşmem gerektiğinin idrakinde olsam da, görmezden geldiğim, yok saydığım, her seferinde üzerine toprak attığım diğer beni tanımaktan daha fazla kaçamazdım biliyordum. Gözümü hiç açmasam da her tarafta aynalar var gibiydi ve ömrüm boyunca kendimden sakladıklarımın izlerini yüzümde görüyordum sanki. Evet toplumsal kuralların, geleneksel inanç ve değerlerin cesurca önüne geçen bir kadın vardı içimde ama asıl önemli olan o kadının tam karşısında da içinde aşırı muhafazakârlık barındıran, kafası iki bacak arası kavramları ve mantık arasında sıkışmış, babasını çok seven ve onu üzmekten utandırmaktan çok korkan, ürkek bir kız çocuğu ve bu korkusunu kendine bile itiraf edemeyen başka bir kadın daha duruyordu. Bu iki kadının birbirine çevirdiği silahların tam ortasında kalmıştım ve artık kafamı kaldırıp konuşma vakti gelmişti biliyordum. Bir sandalye çektim aynanın tam karşısına. Gözlerimi kocaman açtım ve başla dedim. ‘’Sana güveniyorum.’’ İşte bu cümleyi duymamla başladı her şey. Artık başka bir noktadaydım ve bir önceki konumuma asla dönmeyeceğimi biliyordum. Sesli olarak aklımdan geçenleri tekrarla dedim;

1.Ben önce insan sonra da kadınım.

2.Kendimi her şeyimle tüm kusurlarımla seviyorum. İçimde savaşan iki kadını da öyle. Biri bazen diğeriyle büyük çatışmalara girse bile onlar birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda çünkü ikisi de benim ve ikisi de benim gerçeğim.

3. Her zaman doğru olanı yapamam ya da benden bekleneni. Ben ancak kendi doğrularımla ve beni mutlu eden şeyi yaptığımda yola devam edebilirim.

4.Sosyal baskılara boyun eğmeyeceğim, kendime çok güveniyorum ve saygı duyuyorum, başkalarının saygısını da fazlasıyla hak ediyorum.

5. Ben beni çok seviyorum ve sanırım en önemli olan da bu

6.Benim iyi ki dediğim sanırım tam da kendim…

Gülay Gürel

Leave a Comment

İlgili İçerikler