1968 yılının haziran ortalarıydı. Sabahın saat yedisinde görevini devralan Cavit Bey, ilk iş olarak çardaklı kulübenin arkasındaki kömürlüğe koyduğu teneke süzgüyü alıp suyla doldurdu....
1968 yılının haziran ortalarıydı. Sabahın saat yedisinde görevini devralan Cavit Bey, ilk iş olarak çardaklı kulübenin arkasındaki kömürlüğe koyduğu teneke süzgüyü alıp suyla doldurdu....
Sıkılmaktan elim şişmiş, Tırnağım avcumu delmiş, Parmaklarım kenetlenmiş, Gelin, açın yumruğumu! Ne gidip yatabilirim, Ne kalem tutabilirim, Ne bir taş atabilirim Gelin, açın yumruğumu!...
Ve şehre selam durmak hinliği Müşterek solfejlerde kaburgalarıyla Dişi etlerini kızlar beğenmemekte Demek ki gidilecek, demek ki sobe Kantarlarla çekilen, balçıkla ovulan insan Oyalanan...
Galeyana gelen kalabalık sel uğultusunu andıran bir sesle akmaya başlamıştı. Şaşkın ve heyecanlıydın. Kalbin, dizlerin pelte gibi titriyordu. Kafesin içinde rüzgâr yemiş ekin gibi...
tükendi nesli asil atların gökçe kartallar bulutlara alp kurtlar efsanelere ben sana karıştım cânâ nûr, kimseden, kimse’nden sayılmıyorum bu çağda artık söylenmeyeni sayıklıyor, günahlarımdan...
İç sesimi bastırmaya çalışsam da bazen gücüm kalmıyor, susuyorum. Ve dinliyorum sadece. “Derdin ne?” diyorum. “Derdim, sensin.” diyor. “Nasıl?” diyorum. “Neleri bastırdıysan gönlüne, ruhuna;...
Solmuş bir gül mü desem Yoksa karanfil mi dudaklarına? Ne kendine yâr artık ne bana!.. Metruk bir istasyon gibi duran gözlerin Bil ki hüznümün...
Otobüs hızla yol alıyor. An onu kovalıyor sanki… Ya da an’a mı yetişiyor? Neyse ne… Sinirliyim… Bildiğim bu! Nasıl evden çıktım hatırlamıyorum. Sadece telefonuma...
Şimdi ay zamanı dostlarım Aklın alamayacağı zamanlar Uçuyorum yükseklerin en yücesine Sana söz verdiğim gibi Dünya’nın zirvesine çıkaracağım seni Ve sana göstereceğim geleceği Şimdi...
Bir hikâyeyi bitirebilmek için oturmuştum masaya. Oda buz gibiydi. Ayağıma terliklerimi giymek için tekrar kalktım. Tekini bulmak biraz zamanımı aldı ama olsun, ayaklarım üşümüyordu...