Ah çektirir, hasret kokar Buram buram tüter çocukluğun Küçüktür yüreğin Yine de sığmazsın kocaman odalara Bir karyolanın altından geçer koca tren Bazen uzaylılar...
Ah çektirir, hasret kokar Buram buram tüter çocukluğun Küçüktür yüreğin Yine de sığmazsın kocaman odalara Bir karyolanın altından geçer koca tren Bazen uzaylılar...
Unutmayı öğrenmeli en azından Kocaman bir ağlayışıyla ölüm içinden Ekmeği suyu hatırlayarak Yokluğu en fazla susarak Gizlemeyi öğrenir küçük bedenli Büyük hayalli insanlar...
Bu kaynayan yalnızlık bizim mi? Cellâdına gülümseyen toprak Bu bacaklarından dünya’ya asılan güzeller Benim fukaralaşan kimliğimi aydınlatıyor Açılan okulların telaşıyla hayata tutunmakta cici...
Güvenilir belki korkusundan yüksek yapılara Midelerin ısrarına yol açar mahkûm yalvarışlar Seslenmeseydim keşke Vicdanıma dağın küskünlüğü açıktı çabucak Çoğalırdı yollar umutsuzluğu tutuşturup Baktı...
Kelebeğin taşa olan sevdasıydı Kırık bir beyazdan yırtıldı keramet Avcıymış gölgem karası korktu Üç günlük ömrünü otuz yıl sürmüştü Bekledim üstümde gezindi gelincik...
hangi yitik ücrasında hangi taşın donuşunda uyanır lâl duygular durgun akışlara nasıl kapılır zaman kim inanır yalanına inkârcı tanıkların yaşanan hüzün nedir ne vebal...
Yüksek binalar örmekte yalnızlığı Şahadet tekmilleri yükselir tozlu yollardan Acıkınca bir şehrin ıssız meydanı Gölgelerini alıp uzaklaşan kuşlar tanıdım Kalabalık bir görünüme...
Bak bu alışkanlığımız geçti Bacaklarım yavaş yavaş çekildi Bütün çiğ düşüncelerim bir anda da pişti İnanırım ki Azrail çocukları masal kahramanı yaparak öldürür...
Vakti yoruyorum yine bendeniz, Beklenen liman var huzura doğru. Ne bir nefes kalır nede gölgemiz, Tıpkı Aras gibi Hazar’a doğru… Sönmüş ocak...