Cemrelerin sıcaklığıyla uykudan uyanan tabiat ana, rahmetin bereketiyle rengârenk giysilerini giymiş görücüye çıkmıştı. Renklerinin sarmaş dolaş olduğu, bayram coşkusunun yaşandığı kırlar, ovalar cennet rengine...
Cemrelerin sıcaklığıyla uykudan uyanan tabiat ana, rahmetin bereketiyle rengârenk giysilerini giymiş görücüye çıkmıştı. Renklerinin sarmaş dolaş olduğu, bayram coşkusunun yaşandığı kırlar, ovalar cennet rengine...
Çocuklar her akşam mektepten çıkarken gidip Devin bahçesinde oynarlardı. Yumuşak, yemyeşil çayırlı, geniş, güzel bir bahçeydi. Ötede beride iri güzel çiçekler çayırın üzerinde yıldızlar...
Evin ışıkları gecenin karanlığını kesse de göz bebekleri tam tekmil gökyüzünü seyrediyordu. Uçsuz bucaksız gökyüzünü… Elindeki oyuncak teleskopla nefes almadan yıldızlara bakıyordu. Onları düşlüyordu...
En çok kokulu tülbendini severdim. Beyaz ve kenarları iğne oyalı tülbendine sinmiş gül kokusu az da olsa güvelenmesin diye dolabına serptiği keskin naftalini açığa...
Sabahın ilk ışıkları güne değmeye başladığında, her günden farklı bir zaman yaşamıyor gibiydik. Her güne benzeyeceğini sandığım bir gün daha başlamıştı sadece… Sadece sanmıştım...
Çilek yüzlü çocuk, Gülümsüyor çıtırdayan odunlara Isınma kaygısından değil, Merakından şöminenin karşısında… Közlerin kırmızısı cezbediyor onu, Alev al, tuğlalar al, Yangınları seyreden Çilek yüzlü...
Birkaç yıl önce… Sıcak bir yaz mevsimi… Bir kurum için belgesel film hazırlıyoruz o zamanlar… Ödenek çok yüksek değil, yedi-sekiz kişilik bir set ekibimiz...