Kelebeğin taşa olan sevdasıydı Kırık bir beyazdan yırtıldı keramet Avcıymış gölgem karası korktu Üç günlük ömrünü otuz yıl sürmüştü Bekledim üstümde gezindi gelincik...
Kelebeğin taşa olan sevdasıydı Kırık bir beyazdan yırtıldı keramet Avcıymış gölgem karası korktu Üç günlük ömrünü otuz yıl sürmüştü Bekledim üstümde gezindi gelincik...
hangi yitik ücrasında hangi taşın donuşunda uyanır lâl duygular durgun akışlara nasıl kapılır zaman kim inanır yalanına inkârcı tanıkların yaşanan hüzün nedir ne vebal...
Yüksek binalar örmekte yalnızlığı Şahadet tekmilleri yükselir tozlu yollardan Acıkınca bir şehrin ıssız meydanı Gölgelerini alıp uzaklaşan kuşlar tanıdım Kalabalık bir görünüme...
Bak bu alışkanlığımız geçti Bacaklarım yavaş yavaş çekildi Bütün çiğ düşüncelerim bir anda da pişti İnanırım ki Azrail çocukları masal kahramanı yaparak öldürür...
Vakti yoruyorum yine bendeniz, Beklenen liman var huzura doğru. Ne bir nefes kalır nede gölgemiz, Tıpkı Aras gibi Hazar’a doğru… Sönmüş ocak...
Oğul oğul Şair olmasına şairsin Amma velâkin itiraf eyle ki Hep kadınlara ve meyvelere dairsin Kabahatin hepsi senin değil Böyle doğmuşsun İnsan olmadan...
Yağmur yağıyor, Bir yaprak düştü önüme, Beyazıt’ta Bir çınardan koparak. Bir yaprak, Umut, umut büyümüş, Gölge olmuş insanlara, Mehtapta kuşlarla uyumuş, Göz...
Katran gibi bir gecenin, beyaz örtüleri altındaki çırpınışlarıydı zamanı durduran… Tüm şüpheler hayata döndürülmüştü son nefeste Hepsini salıverdiler sorgusuz sualsiz Çekip gittiler ellerini...
Senin güllerin her yerde açar Dağda, bayırda, kırda bozkırda Bozkır biraz şüpheli ama Günlerden bir gün açar mı açar Bozkır dediğin sakar Senin...
Fesleğen kokulu anılar Gözlerinde yakamoz sevgilim Baktıkça derinliğinde kaybolurum Umman mı desem volkan mı gözlerin? Göz göze geldiğimiz zaman başlar Uzak diyarlara...